23 Ağustos 2009 Pazar

YASAMIN BUTUN CESITLILIGI...SJ GOULD

Paleontolog (fosil bilimci), evrim teorisyeni, tarihçi, üretken bir Marksist ve Harvard profesörü. Kitcher’a göreyse en zor kuramları basitleştirip anlaşılabilir kılan eşsiz ve alışılmışın dışında bir filozof. 20 Mayıs 2002 yılında, arkasında çok değerli entelektüel bir miras bırakarak kansere yenik düştü. Bu miras içerisinde, bilim ve hayat felsefesini yansıttığı eseri The Full House Versus Kitap tarafından Yaşamın Tüm Çeşitliliği adıyla Türkçeye kazandırıldı... Stephen Jay Gould, Darwin’den sonra en çok bilinen ve ortodoks Darwnizmi yıkan bir düşünürdür. York ve Clark’a gore, Gould’u biyologlardan ve evrim bilimcilerden farklı ve değerli kılan yaklaşımı, paleontoloji ve evrimsel biyoloji alanında uzmanlaşırken, çoğumuzun bilmediği bu konuları sosyoloji, antropoloji ve felsefenin ince eleğinden geçirip, okuyucuları benzersiz bir diyalektik bütünselliğin içine çekerek özneleştirmesidir. Okur, doğaya ve diğer canlılara karşı verilen ve varoluşu sorgulayan daha önce hiç karşılaşmadığı bir özeleştiri içerisinde bulur kendini. Böylece doğanın bir parçası olduğunu hatırlar ve kendini yeniden tanımlayan bir varlık olarak doğadaki gerçek yerini bulur. Bu özeleştiri için Gould sadece biyolojik ve jeolojik alanlardan değil daha çok sosyal bilimlerden soruna yaklaşır ve gerekli bilgileri sağlar, çünkü bir varlık olarak insanı anlamak ve sorgulamak sadece biyolojik değil daha çok sosyal bir olgudur.
Gould, tipik bir biyolog gibi değil daha çok bir sosyolog gibi düşünür ve ona göre bilim, doğanın bahçesinden basitçe kopardığımız ve saf/katıksız gerçeği oluşturduğumuz bir etkinlik değildir, aksine bilim, politika, ekonomi, antropoloji ve psikoloji ile yapılanmış sosyal bir üretimdir. Bu nokta, doğa/yaşam bilimleri ve sosyal bilimler arasındaki uçurumdur. Gould, bu uçurumun ‘modern’ yaklaşımın ilk temellerinin atıldığı sıra -ki bu Francis Bacon’ın deneysel gözlemin önemini vurguladığı döneme kadar gider- oluşturulduğunu ileri sürer. Bilimsel yaklaşım salt doğal dünyanın deneysel gözlemler ile algılanıp ‘gerçeğe’ ulaşılması biçiminde omurgalanmış ve yapısal bir otorite tarafından imtiyazlanmıştır.
70’li yıllarda Gould ve Eldredge paleontoloji bilminin geleceğini belirleyecek bir yayın yaptılar. İki genç bilim insanı adayı olmalarına rağmen palentolojinin kuram kısımı ile ilgileniyorlardı. Eldredge, Gould’un anısına yazdığı bir yazıda onun tez calışmasından daha çok bu yayına zaman harcadığını önemle anlatır ve ona neden böyle yaptığını sorduğunda Gould, “henüz genciz, şimdi düşünmenin, okumanın ve kuramsal çalışmalar yayımlamanın zamanı” der ve kuram hakkında yazmak için altmış yaşında olmayı beklemez, bu anlamda onun yaşam biçimi de çizgisel ve tedrici değildir, devrimseldir. Paleonotolojinin, sadece fosillerin morfolojik özelliklerin belirlenip yayınlandığı ‘idiographic’ bir üretim sistemi olmadığını, düşünülenden daha kompleks olarak, karakterlerin ve özelliklerin çoğunlukla fark edemediğimiz anlamlarını ve gizledikleri evrimsel bilgileri araştıran ‘nomothetic’ bir bilim olduğunu söyler. Bu anlamda bilimin sadece tanımlayıcı değil yorumlayıcı ve yaratıcı olması gerektiğine işaret eder. Gould, bu dönemde Richard Goldschmidt’in yayımlanmamış ‘makromutasyonlarla’ ilgili olan çalışmalarından çok etkilenir. Bu dönemde diğerleri popüler olan evrimsel biyolojiye yani mutasyon oranlarına, popülasyon büyüklüklerine, doğal seçilime ve moleküler genetiğe yönelirken o fosil kayıtların incemeleye yoğunlaşır.

Tarihin bir ürünü: insan
Fakat Ernest Mayr ve Thedious Dobzhansky’nin türleşme üzerine olan çalışmalarını da dikkatle irdeler. Daha sonra Eldredge ile birlikte çalışmalarını daha da derinleştirerek bütün fundamentalist pre-,post- ve neo-Darwincilere karşı ‘punctuated equilibrium’ olarak isimlendirdikleri evrim modelini ileri sürerler. Buna göre evrim sadece mikro mutasyonların zaman içerisinde birikerek tedrici ve filetik değişime yol açması ile değil, uzun durağan dönemlerin ani değişimlerle kesintiye uğraması sonucun da gerçekleşir. Bu anlamda ani/devrimsel değişimler söz konusudur. Fosil kayıtlarda izlenen durağan dönemler ara türlerin bulunamadığını değil aslında olmadığını gösterir ve evrimsel değişim durağan dönemlerden sonra ani olarak gerçekleştiğini kanıtlar. Ancak bu ‘ani’ değisim jeolojik zaman ölçeğine göre algılanmalıdır, yerkabuğunun milyar yıllık tarihi dikkate alındığında bir milyon yıl ani sayılabilecek bir zaman dilimidir. Ayrıca bu ‘ani’ değişim sadece bir nesil de değil, birkaç nesil boyunca türleşmeler ile ortaya çıkıyor. Bu noktada Gould, Richard Dawkins gibi sekter gen-seçilimci neo-Darwinistler ile karşı karşıya geliyor. Gould’a göre sosyal yaklaşım yoksunu, biyolojik belirlenimci bu grubun türleşmenin sadece lokal bir popülasyondaki evrimsel değişimlerin çalışılması ile anlaşılamayacağını anlaması gerekiyor. Tartışmanın merkezi nasıl ve hangi koşullar altında lokal değişimlerin türleşmelere yol açması ile ilgilidir.
Gould’un biyolojik evrim anlayışı birçok sosyal bilimci için de kullanışlı olmuştur. Doğal dünya da sosyal dünya gibi tarihseldir ve kapsamlı analizler için tarihsel metodları kullanmayı gerekli kılmaktadır. Tarih sürekli ivmelenen çizgisel bir ilerleme ya da gelişim değil bir çalı gibi karmakarışık devrimsel değişimleri içerir. Bir canlı olarak evrimsel bir tarihe sahip olsak da sosyal bir varlık olarak kültürel tarihin ürünleriyiz. Evrimsel değişimin çekirdeği biyolojik olsa da insanın varoluşuna sadece bu açıdan bakmak yani yaşamın çesitliliğine salt taksonomist bir indirgemecilikle yaklaşmak sosyal/siyasal bir yoksulluğu da beraberinde getirmektedir. 
Gould’a göre insan tarihin bir ürünü olarak öykü anlatabilen bir varlıktır ve doğanın bütünsel öyküsünü anlatabilmek sosyal, siyasal ve tarihsel bir bilinci gerekli kılmaktadır. Yaşamın Tüm Çeşitliliği’nde Gould, bir öykü anlatıcısı olarak, doğayı ve insanın varoluşunu alışılagelmiş sınıflandırmacı algılama biçiminin sınırlarını aşarak, tarihi kendi diyalektiği içerisinde Platon, Copernicus, Galileo, Newton, Freud ve Darwin’e kadar uzanan bir bilgelikle sorgular. Gould’un bu diyagnostik yaklaşımı kaba Newtoncu indirgemeciliği ve biyolojik belirlenimciliği yıkar, insanı salt biyolojik karakterlerin taşıyıcısı olarak değil kültür üreten bir canlı olarak, sosyal ve siyasal ilişkilerin öznesi biçiminde tanımlar. İnsanı özneleştirirken onu doğanın ya da evrenin merkezine almaz, tam aksine antroposentirik kibrini ‘yaşamın tüm çeşitliliği’ içinde eritip yok ederek, yaşamın çeşitliliğinden varoluşun ortak eşitliğine uzanan yeryüzü merkezli bir öykü anlatır. Bu öykü, insanlar ve toplumlar arası eşitsizlikleri, savaşları, saldırganlıkları, bencillikleri ve kısacası bütün kötülükleri biyolojik yapımıza ve genlerimize atfedenlere karşı, barış, sevgi, özgürlük ve adelet gibi değerlerin sosyal ve siyasal düşünce biçimi ile mümkün olabileceğini anlatır.
Gould, yaşamın öyküsünün artarak kompleksleşmeye amaçlanmış bir süreç olmadığını vurgular. Yaşam çoğunlukla doğanın amaçsız-rastgele değişimlerinin etkisinde evrimleşir. Bizler bir amaca odaklanmış sürecin değil rastgele kazaların sonuçlarıyız. Gould, fosil kayıtların peşin hükümlü yorumlarına karşı çıkar; kompleks bir organizmaya sahip olmak ‘gelişmiş ve ileri’ bir evrimsel seviyede bulunmak değildir, önemli olan yüksek bir varyasyon aralığına sahip olabilmektir, gerçek olan varyasyon yani çeşitliliktir. Bu nedenle Gould, kompleksliğe değil çeşitliliğe ve farklılaşmaya odaklanmamızı önerir. Bakteriler basit yaşam formları olmasına rağmen ekosistemin dominant yaşam biçimleridir, dominant olmaları için kompleks olmalarına gerek yoktur, ancak organizmal bir kompleksliğe sahip olmadıkları düşünüldüğünden dolayı insanın yaptığı sınıflandırmada aşağı ve basit türler biçiminde algılanırlar. Maalesef insan algısı, evrimsel değişimin daha kompleks türler üreteceğini düşünmüş ve canlıların sınıflandırılmasını bunun üzerine inşaa etmiştir. Gould, bu türlü fonksiyonalist evrimci hegemonyaya, evrimsel değişimin diyalektik etkileşimini vurgulayarak karşı çıkar. Bu Gould’un evrim kuramının merkezini oluşturur.

Yöneten-yönetilen çelişkisi
Diğer bir taraftan, sosyal alanda evrimsel değişimin sürekli daha iyiye doğru bir ilerleme süreci olduğunu düşünmek elitisttir ve burjuva dünyasının kalbidir. İnsanların sosyo-ekonomik pozisyonları belirlenerek sınıf farklılığı yaratılması ile bu düşüncenin doğa tarihi kuramları ile benzerlik göstermesi de bir süpriz değildir. Burjuvazi sahip olduğunu düşündüğü ekonomik ve sosyal prestij ile kendini bundan yoksun olan gruplardan daha ileri/modern olarak tanımlar. Bu bağlamda toplumu hiyerarşik/statüsel parçalara böler, yöneten-yönetilen çelişkisini ve sınıf farklılığını yaratır. Canlılar da uzun bir dönem boyunca insan tarafından sahip oldukları ileri/gelişmiş karakterlere göre sınıflandırılmıştır. İnsanın tür şovenizmi ve antroposentirik algısından dolayı Homo sapiens canlıların sınıflandırılmasında uzunca bir süre en üstte yer almıştır. Darwin kuramını fonksiyonalist ve gelişimci düşüncenin egemen olduğu Viktoriyen dönemde oluşturmuştur ve onun kuramı dönemin düşünürleri tarafindan “organizmalar evrimsel değişimin tarihi boyunca daha da gelişmişlerdir” biçiminde yorumlanmıştır. 
Gould kansere yakalandıktan sonra öleceğini bildiği halde, ölümle dalga geçerek sınırlı yaşamanı doğada var olan yaşamın evrimini ve çesitliliğini anlamaya adar ve bütün deneyimlerini toparlayarak bu kitapta yaşamın evrimsel çesitililiğinin öyküsünü anlatmaya soyunur. Onun kendini tanımlayışı ve varoluşunun cekirdeği bunun üzerine kuruludur. Sadece kendi uzmanlık alanına sıkışıp kalmış bir düşünür değildir, paleontoloji dergilerinde olduğu kadar sosyal/siyasal bilim dergilerinde de makaleler yayımlamıştır. Yaşam onun için salt jeolojik ve biyolojik süreclerden ibaret değildir; antroposentirizmin zincirlerini kıran Gould, Darwin’den Mayr’a, Dobzhansky’e ve Platon’dan Durkheim’a, Weber’e, Marx’a, Geertz’e ve Clifford’a varan holistik bir -bilgelik ile âşık olduğu ‘yaşamın tüm çesitliliği’nin öyküsünü anlatır. 
AKP hükümetinin evrim kuramına karşı gerici (Milli Eğitim müfredatı ve TÜBİTAK örnekleri) uygulamalarının yanı sıra kimi biyolojik belirlenimci evrim-ci-lerin toplumdan bağımsız, üstten seslenen elitist ve ‘ötekileştirici’ yaklaşımları dikkate alındığında, Gould’un Yaşamın Tüm Çesitliliği eseri bir varlık olarak kendimizi sorgulamak için alternatif bir pencere açıyor. Herkesin rahatlıkla anlayabileceği bir dilde yazılmış bu eserin çevirisi de gayet anlaşılır. Ayrıca antropoloji, biyoloji, felsefe, sosyoloji ve jeoloji bölümlerinde evrim, doğa tarihi ve insanın varoluşu ile ilgili konularda mutlaka kaynak olarak başvurulabilecek bir eser. İyi okumalar. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

INSANIN EVRIMI-YORUM