31 Ağustos 2009 Pazartesi

Sucul Ape'lerden mi Evrimlestik?

Sevgili dostum Murat Gulsacan'in haberi uzerine Muzmin Anonim  'in blogunda isledigi Aquatic Hipotez'in paleoantropoloji yani bilim camiasindaki konumunu islemenin gerekli olduguna kanaat getirdim. Elaine Morgan uzun yillardir Aquatic Hipotezinin duyurusunu yapmaktadir ancak bu hipotez hicbir zaman gerekli ilgiyi bilim camiasindan gormemistir, neden mi, inceleyelim.
Aquatic hipotez kabaca ilk insan atalarinin sucul yani su hayati suren apeler (kuyruksuz buyuk maymunlar) oldugunu ileri surer. Ozellikle dik yurume ve konusma gibi temel ozelliklerin sucul adaptasyonlar ile kazanildigini vurgular. Elaine Morgan bu hipotezin savunucusudur, hipotezin dusun babasi gibi gorunur ancak degildir. Elaine Morgan bu hipotezi, 1960 yilinda Alister Hardy'nin New Scientist dergisinde yayinladigi insan ve deniz arasindaki iliski uzerine dusuncelerinden donusturmustur ve zaman icerisinde gelistirmistir. 1972 yilinda ise Morgan, The Descent of Woman adli kitabinda hipotezini sistematize etmistir. Bu kitap militan bir feministin erkek egemen iliskilere karsi isyanidir. Ozellikle o donem Desmond Morris'in The Naked Ape adli kitabina karsi yazilmistir. Morris kitabinda insani maymunlar takiminin en kilsiz uyesi olarak tanitmis ve insan davranislasrinin kokenini maymunlar ile karsilastirarak irdelemis ve yorumlamistir. Morgan bu yaklasimin, erkek egemen ve indirgeyici oldugunu dusunmus ve Hardy'den donusturdugu hiptezini olusturmustur. 
Milyon yillar oncesinde atalarimizin sucul oldugunu iddia eden bu hipotezin temel sorunu kanitlairnin kesfedilmesi olasiligi cok dusuk olan yumusak dokular ve fizyoloji uzerine kurulu olmasidir. Bilindigi gibi yumusak dokularin fosillesmesi cok enderdir, sadece mine tabakasi, kemik gibi sert dokular fosillesme olasiligi yuksek elementlerdir. Paleoantropologlar sadece bulduklari fosil kemikleri inceleyerek kas ya da yumusak dokular hakkinda tahminler yapabilirler. Morgan, hipotezinde yogunlastigi temel ozellik insanlarin tuysuz yani ciplak derili olusudur, ona gore bu durum sucul bir adaptasyondan kalmadir. Morgan dik yurumenin de sucul bir adaptasyon oldugunu iddia eder. Ancak ilk dik yuruyen atalar bugunki fosillere gore yaklasik 7-4.4 milyon yillari arasi bir tarihte ortaya cikmistir (Sahelanthropus, Orrorin, Ardipithecus). Bu donemlere ait atalarimizin ciplak vucutlu olduguna dair herhangi bir fosil ya da arkeolojik kanit yoktur. 
Simdi sistematik bir bicimde Morgan'in Muzmin Anonim'in yazisinda ileri surdugu anatomik kanitlari incleyelim:
Bipedalism (Dik Yurumek)
Morgan'a gore dik yurumek icin gerekli olan anatomik degisimler ancak yercekiminin dusuk oldugu sucul bir ortamin icinde ortaya cikabilir. Morgan'a gore su ortami orta buyuklukteki maymun atalarimizin dort ayakli hareket biciminden iki ayakli hareket bicimine geciste mukemmel bir gecis ortamidir. Dik yurumenin ilk ortaya ciktigini dusundugumuz fosil atalarimiz Sahelanthropus cthadensis (Cad, Djurab colu7-6 milyon yil), Orrorin tugenensis (Kenya, Tugen Hills, 6 milyon yil), Ardipithecus kadabba (Etiyopya-Afar Middle Awash West Margin, 5.8 milyon yil), Ardipithecus ramidus (Etiyopya-Afar Middle Awash Aramis, 4.4 milyon yil) ve Australopithecus anamensis'tir (Etiyopya-Afar Middle Awash Assa Issie, 4.2 milyon yil). Ayrica bu fosil atalarin bulunduklari lokalitelerin sedimantolojik, fauna ve flora analizleri bu turlerin yasadiklari ortamlarin karasal oldugunu gostermektedir. Ayrica Afrika'da katildigim kazi ve yuzey arastirmalari sirasinda rastladigimiz en cok fosil kalintilar timsah gibi etcil avcilarin fosilleridir. Atalarimizin mevcut anatomileri, yani maymunlarin cok iyi yuzucu olmadiklari bir gercek, su ortaminda timsah gibi tehlikeli avcilarin tehditi altinda nasil dik yurume egzersizi yaptiklarini algilamak guc. Hic doganin ekonomisine uygun gorunmuyor. Diger bir durum ise gecenlerde yine blogumda yazdigim knuckle-walking hareket biciminin atalarimiza agac yasaminda yasayan degil karasal hayat suren ancak zaman zaman agacta da yasayan karasal ape'lerden evrimelestigimizden bahsetmistim. Ilk dik yurumeye baslayan atalarimizin morfolojileri su hayati degil daha cok halen agac hayatina bagimli karasal knuckle-walking hareket adaptasyonunu gerceklestiren atalardan turediklerini gosteriyor, el bilek kemikleri bunu kanitliyor. Ayrica dik yurumek icin gerekli anatomik degisiklikler, gogus kafesinin biciminin degismesi, alt kol kemiklerinin uzamasi gibi ozellesmelerdir. Bu ozellesmeler su ortaminda kazanilabilecek ozellikler degildir, karasal ape'lerin agac lokomosyonundan kalma ozelliklerinin donusumu ile gereceklesmitir. 
Uzamis Alt-Kol Uzuvlari:
Insanin alt-kol kemigi yuzmek icin diger ape ve maymunlara gore daha elverislidir. Buna ragmen uzamis alt kol kemigi ile modern vucut yapisi 2.4 milyon yil ortaya cikan Homo habilisten once yoktur, bu ozellik ilk defa Homo habiliste gorulur. Oysa Morgan bu ozelligin ilk dik yuruyen atalarda oldugunu ileri surer. 

Nefes tutma ve Konusma:
Insan kisa sureli nefesini tutabilir ve durmadan uzun sure konusabilir. Nefesini tutabilmesi konusabilmesi icin de bir avantajdir. Bu yetenek diger karasal memelilerde gorulmez,  boylece Morgan bunun sucul bir adaptasyon oldugunu dusunmustur. Morgan'a gore yunus baliginin ses sistemi insana en yakin olandir ve insanin konusma yetenegi ile analoji olusturabilir. Ancak nefes sisteminin degismesi dik yurume hareket adaptasyonu ile girtlak ve gogus kafesinin degisen morfolojisine baglidir. Dortayakli hareket biciminde nefes kontrolu mekanik ve kas hareket sisteminden dolayi guctur, bu nedenle solunum yuruyus sirasinda zorlasir. Ancak dik yurume lokomosyonu sirasinda ust kol uzuvlari, girtlak ve gogus kafesi kaslari calismaz, bu nedenle biz yururken rahat nefes aliriz, kaslarimiz gogus kafesimizi ve girtlagimizi zorlamaz
Bununla birlikte, konusmak yani dil, sadece buna bagli bir degisim degildir. Kompleks bir dile (konusma yetenegine) sahip olan ilk insan atasi Homo habilistir, cunku bulunan kafatasi fosillerinin ic bolumunde beynin yerlestigi kisimlarin yani endocastlarin bize gosterdigi durum, ilk kez Homo habiliste modern insana benzer prefrontal loblarin degistigi ve ozellikle Broca ile Wernicke aygitlarinin olustugu gozlemlenmektedir. Yani bildigimzi anlamda konusan ilk insan atasi Homo habilis, onculleri ise cesitli kompleks ses gruplari olustursalar da sistemeatik konusmayi henuz gerceklestiremedikleri dusunulmektedir. 
Burun:
Morgan insanin burnunun suya dalis yapmak icin ozellesmis oldugunu onermektedir. Morgan bu onerisini uzun burunlu maymun (hortumlu maymun) ve tapirleri dikkate alarak yapmistir. Tapirler bataklik sularinda uzun burunlari yukseste tutarak ilerler, uzun burunlu maymun ise suya dustugunde burnunu  havada tutarak yuzer ve nefes alir. Morgan bunun sucul bir atadan kalinti oldugunu soyler. Oysa insan burnunun temel gorevi nefes almanin disinda bir fan gorevi gorerek beynin sogutulmasini saglar. Bu nedenle ekvator kusaginda yani sicak iklimde yasayanlarin burun delikleri buyuk iken, soguk iklimde yasayanlarin burun delikleri kucuktur. Bizim gibi ortak kusakta yasayanlarda ise varyasyon gosterir. Yani burnumuzun cikintili olusu, burnumuzdan iceri giren havanin isitilmasi ve sogutulmasinda rol almasindan kaynaklanir, suya girince yukseskte kalsin diye degil...
Ciplak Vucut:
Ciplak vucut Morgan'in en guclu sandigi argumanlari arasindadir. Ona gore ciplak olmak sucul ortama bir adaptasyondur. Oysa gunumuzde kil olusumunu genlerin kontrol ettigini biliyoruz. Gunumuzde genetik mutasyonlardan dolayi insanlarin vucutlarindaki kil yogunlugu degismektedir. Ornegin werewolf syndrome olarak bildigimiz hypertrichosis hastaligi mutasyonla ortaya cikan ve tum vucudun ve yuzun killarla kaplanmasina neden olan bir hastaliktir. Genlerimiz evrimsel tarihimizin depolaridir. DNA'mizda aktif ve notr, aktif olmayan bircok karakter barinmaktadir. Bazen mutasyonlar ve cesitli etkilerden dolayi cekinik ya da notr olan bir karakter aktiflesebilmektedir buna atavism denilmektedir. Vucudumuzdaki kil olusumundan sorumlu gen bulundugu genomda kilitlenmis yada notrlesmistir. Bununla birlikte ciplak derili olusumuzu aciklayan diger bir hipotez ise Pathogen Hypotheses'dir. Bu hipoteze gore ciplak derili olusun en onemli nedeni kurk, kil ya da tuyde cogalan asalak parazitlerin yol actigi enfeksiyonlara karsi bir adaptasyondur. Ozellikle Neolitik gibi insan populasyonlarinin demografik olarak arttigi bir donemde artan viral hastaliklara karsi daha avantajli durumda olan kil yogunlugu az olan bireylerin populasyon icerisinde sayilarinin artisi ile gen havuzunda gen frekanslarinin artmasindan dolayi kilsizlik yayginlasmistir. Kilsiz, temiz vucut daha saglikli olusun gostergesi olmus ve seksuel secilimde avantajli olmustur. Ureme organlarinda kalan killar ise seksuel rollerinden yanisira feromon hormanlarini devreye soktuklarindan dolayi kalmis olabilir. Buna ragmen bildiginiz gibi kil yogunlugu populasyonlara gore varyasyon gostermektedir. Kil younlugu sadece vucudumuzda termoregulasyonu saglayan bir ozellik degildir, kimi zaman dezavantajli da olabilir. 
Yuzyuze Seks:
Morgan'a gore sadece sucul memeliler yuzyuze seks yapmaktadirlar, buna gore insan da yuzyuze seks yaptigina gore insanin atalari da sucul olmalidir der. Ancak bu tur seks bicimi sempanze ve bonobolarda da sik gorulen bir bicimdir, bunun diger bir nedeni ise sempanze, bonobo ve insanin salt uremek icin degil kimi zaman sembolik kimi zamanda zevk icin seks yaptigindan ve ozellikle disilerin seks sirasinda yuzyuze sekste klitorislerinin daha fazla duyarli hale gelmesinden kaynaklanmaktadir, bu da basarili doller uretmeyi saglayan bir faktordur. Klitorisin morfolojik konumu da bunda etkilidir. 
Beyin Buyuklugu:
Morgan'a gore sucul yasama bicimi beyin buyuklugunu saglamis ve bizleri daha akilli canlilar haline getirmsitir. Beyin buyuklugu, dik yurumek gibi insani insan yapan ozelliklerden biridir. Morgan beyin icin gerekli olan Omega 3-6 gibi asitlerin sucul besinlerde yogun oldugunu ve bunu bir avantaj oldugunu ileri surer. Oysa ilk dik yurumeye baslayan atalarimizin cogunlukla yaprak filizleri, meyveler, yemisler, bocekler ve avalaybildikleri surece kucuk hayvanlardan olsutugunu dusunuyoruz. Bununla birlikte karasal ortamda yasayan insanlarin varligi sucul besinlerin olmazsa olmaz beisnler olmadigini kaniltiyor. Ayrica beyin buyuklugu sadece besin ya da lokomosyonla ilgili degil, kafatasinda altceneyi kontrol eden masseter ve temporal kaslarin zayiflamasi ile ilgildir. Genetik bir degisimle zayiflayan bu kaslarin kafanin buyumesini olanakli kilmistir. Ozellikle masif turler olan Australopithecus robustus ve boisei gibi turlerde kafatasindaki sagittal crest cok belirgindir, bunun nedeni cok guclu masseter, temporal ve boyun kaslarina sahip olmalarindan kaynaklanir, bu kaslar kemigi bicimlendirecek derecede gucludurler. Bu kaslarin Homo cizigisine giden surecte zayiflamistir ve beynin buyumesine avantaj yaratmistir.


Bu yazi daha da genisletilebilir ancak temel olarak umarim aydinlatici olmustur. Hayal gucu bilim kurgu bazinda eglenceli ve guzel, ancak bilimin sinirlari icerisidne hipotezler eger mevcut bilgi ve materyal ile sinanamiyorsa gunumzu bilim anlayisinda kabul gormemektedir. Buluntu ve bilgi degistikce hipotezler, paradigmalar ve kuramlar da yeniden bicimlenecektir. 


daha fazla bilgi icin: Umbrella hypotheses and parsimony in human evolution: a critique of the Aquatic Ape Hypothesis. 
John H. Langdon
Jorunal of Human Evolution (1997)33, 479-494



Yunanistan'in Paleoantropolojisi

Evolutionary Anthropology dergisinin son sayisinda The Paleoanthropology of Greece (Yunanistan'in Paleoanthropolojisi) adli derli toplu guzel bir yayin cikti. Bu yayin Yunanistan'in ozellikle detayli bir Paleolitik lokalite, bulunutu ve calisma kaydini veriyor ve guncelliyor. Turkiye icin de boyle bir yayinin yazilmasi sart, bunu bir plan olarak kenara koydum, zaman ve firsat olursa mutlaka yazacagim. 
Avrupa'nin paleoantropolojisi ve paleolitik arkeolojisi 20. yy'nin baslarinda detayli bir bicimde guncellenmisti. Makalenin yazari, Avrupa'nin acik ve net biri bicimde 20.yy'in baslarinda paleoantropolojik kaydinin iyi tutuldugunu ancak guneydogu kosesi yani Yunanistan'in bundan uzak kaldigini vurguluyor. Buna karsin, Yunanistan ozellikle insan evrimi acisindan Avrupa'nin en onemli koselerinden biri, Afrika ve avrupa, Asya ve avrupa gibi onemli goc yollari uzerinde yer aliyor. Ozellikle buzul donemleri boyunca faunal ve floral degisimlerin odak noktalarindan biri Yunanistan. 
Yunanistan'in insan evrimine dair en eski Paleolitik kaydi yaklasik Orta Gec Pleistosene iniyor yani yaklasik 350-400 bin yil oncesine. Bununla birlikte bu tarihten 10 bin yil arasinda degisik zaman dilimlerine tarihlendirilen bircok arkeolojik lokalite ve magara mevcut. Yunanistan'da Nenadertaal ve modern sapiense ait arkeolojik buluntular da var. Bol olarak da el baltasi ve diger tip tas aletler materyal kayitlarina girmis. Tas alet kulturleri Orta Dogu ile benzerlikler gosteriyor. Ozellikle Neanderthallere ait Mousterian teknolojisine ait tas alet kulturu Zagros Musterian aletleri ile benzesiyor. 
Modern insan kalintilari arasinda modern sapiens ve Homo heidelbergensis ile Neanderthal bulunutlari kayitlar arasinda. 1960 yilinda bir grup koylu tarafindan Yunanistan'in kuzeyinde kesfedilen Petralona adami en unlu insan fosilleri arasinda yer aliyor. Bu fosil bir kafatasi ve Avrupa'da bulunmus en butun kafataslairndan biri. Yapilan tarihlendirme calismalari sonucu Petralona kafatasi 670 bin ile 240-160 bin yillari arasina tarihlendirildi. Arastirmacilar arasinda ise 250 bin yil yasinda olduguna dair genel bir kani olustu. Petralona adami ile birlikte net bir kulturel kalintiya rastlanmadi. Sadece bazi tas ve kemik aletler bulundu.  Chris Stringer bu kafatasinin Afrika ve Avrupa arasinda ozellikler tasidigini ve arhaic Homo sapiens olabilecegini onerdi. Fakat daha sonraki calismalar Petralona adaminin Homo heidelbergensis turune ait oldugunu gosterdi. Avrupa'daki diger buluntular ile birlikte Homo heidelbergensis, Nenadertal insanin en erken uyeleri ve potansiyel atalari olarak dusunulmektedir. Nenadertaller ile benzer yuz ozelliklerine sahiptir. Ancak Afrikali paleolitik modern sapiensleri ile de benzerlikler tasimaktadir. 
Bununla birlitke Yunanistan'da bircok magara ve arkeolojik kalinti mevcuttur. 


Bu calisma Yunanistan'in paleoantropolojik zenginligini derli toplu bir bicimde ortaya koymus, daha fazla bilgi icin:
The Paleoanthropology of Greece
KATERINA HARVATI, ELENI PANAGOPOULOU, AND CURTIS RUNNELS
Evolutionary Anthropology 18:131–143 (2009)
doi: 10.1002/evan.20219

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Homo floresiensis'in Insan Evrimindeki Yeri Tartisildi. Online Izleyebilirsiniz!!! Kacirmayin!!!!


Arkadasim Kambiz Kamrani'nin blogunu okurken (www.anthropology.net) ilginc bir habere rastladim. Aslinda bu konferansin olacagini biliyordum ancak bir bicimde takip edemedim. Simdi gecen Nisan ayinda gerceklestirilen bu konferans online olarak ineternete verildi sakin kacirmayin, burdan ulasabilirisiniz !!! Sayfayi actiginiz zaman asagi bolumde 2009 Human Evolution Leakey Syposium linkine tiklayiniz. Bu konferans hakkinda biraz bilgi vermek istiyorum. Bu arada izledikten sorna detayli yazacagim ancak konu disindan olanlar icin biraz bahsetmek istiyorum.
7. Human Evolution Syposium (Insan Evrimi Sempozyumu) 21 Nisan 2009'da gerceklestirildi. Bu sempozyumun konusu ise bir suredir gundemi isgal eden Hobbit adi ile bildigimiz Homo floresiensis turunun insan evrimindeki yeri oldu. Homo floresiensis tartismali bir tur cunku Endonezya'da Flores adasinda kesfedildiler ve yaklasik olarak 18,000 ile 90,000 yillari arasina tarihlendirildiler. Bu turun kafatasi hacmi o donem yasamis Homo sapiens ve Neanderthal insanin 1/3 buyuklugunde. Homo erectus ve Australopithecus arasi morfolojik ozellikler tasiyor. Antropologlar gunumze bu kadar yakin bir donemde boyle ilginc bir turun bulunmasini saskinlik ile karsiladilar. Bu nedenle sempozyumun konusunu isgal etti. Stoney Brook'da gerceklestirilen sempozyumda Richard Leakey gibi unlu antropologlar yer aldi.
Richard Leakey'in yonettigi oturumda Homo floresiensisi kesfeden ve bilimsel calismasini yapan arastirmacilar ile diger sempozyum uyeleri arasinda bilimsel konusmalar ve tartismalar gerceklesti.
William Jungers, "Homo florisensisi kabul etmek demek paleoanthropolojinin derst kitaplarini yeniden yazmak demektir" dedi. Florida State Univeristesinden Dean Falk, Homo floresiensisin bir tur oldugunu ve kafatasi kucuklugunun mikrosefali hastaligindan kaynaklanmadigini ve bu turun Homo erectusun bir kucuk formu olmadigini belirtti. Falk sunumunda H. floresiensis, Homo habilis ve Australopithecuslar ile atasal bir iliskisinin olabilecegini vurguladi.
Online videoyu kacirmayin, bu adresten ulasabilirsiniz: https://tlt.stonybrook.edu/webcast/Pages/default.aspx

Iyi seyirler :)

Sibirya'nin En Eski Insanlari!!!



Hergun evrimsel biyoloji, insan evrimi, paleontoloji, jeoloji, ekoloji ve zooloji hakkinda onlarca makale yayinlaniyor. Insan hangi birini okuyacagini sasiriyor. Zaman yetersiz. Ben yine de kendi alanimla yani insan evrimi ile ilgili olanlarini elden geldigince konu edinmeye calisiyorum. Bununla bilrikte sag tarafta takip ettigim blog listesindeki arkadaslarim da diger konularla ilgili yaziyorlar. Firsatiniz oldukca onlari da takip etmenizi oneriyorum. 
Simdi hakkinda yazacagim makale ise Journal of Human Evolution dergisinin son sayisinda Siberya'da kesfedilen ve direk oalrak en eski insan kalintisi olarak duyurulan talus kemigi, yani insana ait asik kemigi. 
Bilindigi uzere Sibirya, Kuzey Afrika'ya goc eden modern insanin goc yolu uzerinde. Kuzey ve Guney Amerika'ya goc eden insanlarin Asya'dan Sibirya uzerinden hareket ederek goclerini gerceklestirdiler. Bu nedenle Sibirya erken modern insanin dagilimi acisindan onemli bir bolge.
Sibirya'da 7 tane onemli paleolitik yani tascagi lokalitesi biliniyor. 
1-Dogu Sibirya; Malta'da iki adet cocuk mezari
2-Yenisei nehrinin depozitlerinde bulunan Afontova Gora lokalitesinden on kafa kemigi, Listvenka lokalitesinden bir altcene.
3-Bati Sibirya'nin guneyinde Altay Ovasinda aluviyal depozitlerden bir alt cene kemigi
4-5-6- Altay Daglarinda Denisova magarasindan tabaka 22 ve 12'den iki dis ve Okladnikov Magarasindan kalca kemigi
7- Logovo Gieny Magarasindan bir dis.
Morfolojik olarak bu buluntularin hepsi modern insan yani Homo sapiens sapiense ait. Sadece Denisova ve Okladnikov magaralarindan kesfedilen disler ilk calismada Neanderthal olarak tanimlanmisti ancak daha sonra Homo sapiense ait oldugu anlasildi. Bununla bilrikte, Neanderthal DNA dizilimleri cozuldukten sonra Okladnikov magarasindan bulunan bir uzun kemik parcasinin buyuk bir ihtimalle bir Neanderthal'e ait olacagi da ortaya cikti. 
Yayin gerek basliginde gerekse de iceriginde surekli olarak "direct dating" vurgusunun yapilmasi kullanilan tarihlendirme tekniginden kaynaklaniyor. Arastirmacilar Accelerator Mass Spectrometry (AMS) radiokarbon tarihlendirme metodunu kullanarak hata payini en dusuk seviyeye indiriyorlar. Bu nedenle elde edilen tarih buyuk bir olasilikla gercek zaman araligini yansitiyor. Buna ragmen sadece iki insan kalintisi barindiran paleolitik lokalitesi bu yontem ile tarihlendirilebilmis. Malta iskeletleri 160 bin yil arti-eksi yanilma payi ile 19,880 yil oncesine atfedilirken, Okladnikov Magarasi arti-eksi 180 yil yanilma payi ile 24,260 yil oncesine tarihlendiriliyor. Okladnikov Magarasindan bulunan iki insan kalintisi (genc-eriskin ust kol kemigi-humerus) arti-eksi 760 yil yanilma payi ile 34,190 yil oncesine tarihlendirilmis. 
Makalenin gercek konusunu olusturan Bati Sibirya Ovasin'da Irtysh Nehri'nin alt kolunda Baigara bolgesinde 2000 yilinin Eylul ayinda kesfedilen talus (asik kemigi) kemigidir. Ilginc nokta bu talus kemigi iel birlitke hayvan kemigi kalintilarina da rastlanirken hicbir tas alete rastlanmamis. Talus kemigi parcali yani butun olmadigi icin yapilan morfometrtik olcumler yaklasik degerlerde verilmis. Arizona State University AMS laboratuarinda (Tucson, AZ) AMS C14 radiokarbon yontemi ile yapilan direct dating sonucu lokalite arti-eksi 1 yil yanilma payi ile 45,000 yil oncesine tarihlendirilmis. 
Baigara lokalitesidnen bulunan bu talus kemigi Levant bolgesinde Skhul IV (Israil) lokalitesinden bulunmus olan ornek ile benzesiyor ve bu ornek Homo sapiens sapiense ait. Arastirmacilar 45,000 yasindaki bu talus kemiginin bir modern sapiense ait oldugunda hemfikirler. 
Talus kemigi ile birlikte kesfedilen hayvan kalintilari arasinda tuylu mamut, buyuk boyutlu at, geyik, tuylu gergedan, kucuk boyutlu at, musk okuzu, bozkir antilobu ve dev geyik gibi 2824 hayvan kemigi toplanmis. Faunal icerik acik ve yari-acik bir cevresel ortami isaret ediyor. Ozellikle tuylu mamut, tuylu gergedan, dev geyik ve at gibi turler acik alan ortamlarinin kaniti. Ayrica tuylu mamut ve tuylu gergadanin bulunmasi ise serin bir iklimi gosteriyor. 
Baigara buluntusunun diger bir onemi ise bolgede kesfedilmis en eski kalinti olmasi. Talus kemiginin butun olmamasi aslinda akillarda neden Naeanderthal'e ait degil sorusunu uyandiriyor. eger bir Neanderthal insanina ait olsa Sibirya'da kesfedilmis en eski tur olacak. Ancak bu magarada hic tas alet bulunmamasi tanimalamayi zorlastiriyor. Nenaderthaller cogunlukla Mousterien tas alet teknolojisinin ureticileri ve kullanicilari, eger herhangi bir tas alet bulunmus olsaydi, bu talus kemiginin modern insana mi yoksa Neanderthal insanina mi ait oldugunun anlasilmasi daha kolay olurdu. 
Buluntunun baska bir onemi ise Sibirya'nin sadece bir goc yolu olarak dusunulmesiydi, Ben de yazinin basinda Sibirya'nin Kuzey ve Guney Amerika'ya goc eden gruplarin yolu uzerinde oldugunu yazdim, ancak yaklasik 45,000 yasindaki bu buluntu Sibirya'nin salt bir goc yolu degil ayrica prehistorik insanlarin basarili bir bicimde yerlesim alani olarak kullandigi arkeolojik bir alan oldugunu gosteriyor. 


Daha fazla bilgi icin: The Oldest directly-dated human remains in Siberia; AMS C14 age of Talus bone from the Baigara locality, West Siberian Plain
Journal of Human Evolution 57 (2009) 91-95
doi:10.1016/j.jhevol.2009.04.003

28 Ağustos 2009 Cuma

Guneydogu Asya'da Erken Modern Insanlarin Ilk Magarasi!!!


Journal of Quaternary Science dergisinin son sayisinda Malezya'da kesfedilmis Niah Great Magarasi'ndan C14 metodu ile yapilan yeni tarihlendirmenin ve bu degisimin yeni etkileri ile ilgili onemli bir makale yayinlandi. Makale ile iligili bilgi vermeye gecmeden once Niah Great Magarasi'nin onemi hakkinda biraz yazmanin degerli oalcagi kanaatindeyim.  Bilindigi gibi guneydogu Asya/Sunda bolgesi erken modern insanin dagiliminin anlasilabilmesi icin cok onemlidir cunku bu bolge Asya'dan Avusturalya'ya olan goc rotasinin belirlenmesinde cok onemli bir rol oynamistir. Bu goc rotasini ve erken modern insanin aktivitesini gosteren en onemli alan Malezya'nin Sarawak bolgesindeki Niah Great Magarasi'dir.
Bu magara ilk olarak 1950 ve 1960'li yillarda Tom ve Barbara Harisson tarafindan arastirilmaya baslandi, daha sonra 2006 yilindan itibaren Niah Cave Project kapsaminda Graeme Barker ve ekibi tarafindan tekrar arastirilmaya baslandi. Calismalar sonucunda magara tabakalarinda buyuk ve kucuk faunal fosiller, balik, denizel kabuklular, bocek kalintilari, kus tuyu kalintilari, sac kalintilari, polen, diatomlar, tas aletler, odun komuru, yemis ve meyve parcalari kesfedildi. Bu kesifler Pleistosen ve Holosen boyunca Guney Asya' da bu magarada yasayan insanlarin iklimsel ve cevresel degisimlere nasil cevap verdiklerini ve uyum sagladiklarini gosteriyor.
Niah Great Magarasinda erken modern insana ait bir kafatasi Harrison'lar tarafindan 1958 yilinda bir kafatasi (Deep Skull) kesfedildi. Bu kafatasi donemin erken modern insan morfolojisinin ve davranislarinin anlasilabilmesi icin cok onemli. Ancak, yeni yayinlanan bu makalenin amaci daha cok magara buluntulari hakkinda degil, tarihlendirmesi hakkinda. Harrison'lar bu magaranin tarihlendirmesi net bir stratigrafik kesiti alamadan C14 metodu ile 25-20 bin yil oncesine atfetmislerdi. Ancak yapilan yeni kazi calsimalari sonucu daha detayli bir stratigrafik kesit cikarildi ve C14 analizleri daha eskiyi 45 bin yil onceisni isaret ediyor. Boylece Niah Great  magarasinin yeni yasi 45 bin olarak degistirildi.


Daha cok bilgi icin: Radiocarbon dating of charcoal from tropical sequences: results from the Niah Great Cave, Sarawak, and their broad implications
Journal of Quaternary Science (2009) 24(2) 189-197
doi: 10.1002/jgs.1197

Minik Prehistorik Kabuklar En Eski Moda Trendi!!!

Morokko'da yapilan kazi calismalarinda 80 000 yil oncesine ait sus esyasi olarak kullanilmis denizel kabuklar kesfedildi. Bu kabuklar 80.000 yil once insanlarin periyodik olarak sus esyasi kullandigini ve dusuncelerini sembolize ettigini gosteriyor. Bu kabuklar daha once bulunmus ve 110.000 yil oncesine tarihlendirilen Cezayir, Israil, Guney Afrika ve diger Morokko buluntulari ile cok benzer. Arkeolojik kanitlar, bu kabuklarin en eski bireysel sus aksesuarlari oldugunu kanitliyor. Proceedings of the National Academy of Science (PNAS) dergisinin bu haftaki sayisinda henuz online olarak yayinlanan makalede bin yillar sonra modern kulturu olusturacak ilk sofistike adimlarin haberlerini veriyor. 
Arastirma ekibi 25 denizel kabuklu boncugu 70.000 ile 85.000 yillar arasina tarihlendiriyor. Bu calisma EUROCORES (European Science Foundation, Origin of Man, Language and Languages programinin bir parcasi) projesi kapsaminda gerceklesiyor. Kabuklar insan tarafindan islenmis, delik acilmis ve ozellikle cesitli renklerde olanlar kullanilmis ve kimileri de boyanmis. 
Bulunan kabuklarin buyuk bir bolumu, neredeyse hepsi tek bir kabuklu cinsine ait: Nassarius. Bu kabuklular bolgenin bir cok lokalitesidne bulunan ortak sus esyalari, ve hala kimi bolgelerde guncel sus esyasi olarak kullanilmakta. Tamami ile o gunden bu gune paylasip kulturel olarak aktarilan en eski mode trendi. Bazi lokalitelere ise tasinarak goturulmus. Insanlar deniz kenarina giderek toplamislar ve dagitmislar. Deniz kenarinda yasayan insanlar ile ic bolgelerde yasayan insanlar arasinda kulturel paylasimin bir nesnesi olmus bu boncuklar. Francesco d'Errico bu boncuklarin aksesuar olarak kullanilmasinin sofistike bir bilinc ile kucuk kabuklarin sembolleserek kodlandigini gosterdigini soyledi. Arastirmacilara gore, boncuk yapimi basit bir dekorasyon ya da aksesuar degil,  nesnelerin sembolize edilerek kodlanmasi ise ayni zamanda ortak paylasilan dil kodlarinin da olusturuldugunu gosteriyor. Ayrica bu boncuklarin yarattigi moda trendi ayni zamanda organize kulturler arasi bag ve paylasimi yarattigini da vurgulaniyor. Bu durum daha gelismis ve kompleklesmis dusun sisteminin ve Afrika'dan dunayaya dagilan insanligin ivedilik ile sofistike bir kulturu nasil gelistirdiginin isareti. 
d'Errico, insanlik tarihinde bireysel aksesuar kullaniminin ilk kanitlarinin en cok ilgi uyandiran kulturel deneyimler oldugunu soyledi ve sus esyalarinin kullaniminin ve paylasiminin sadece nesnelerin degil ayni zamanda "anlamlarin" da tasinmasi anlamina geldigini soylerek devam etti. Sus esyasi ve aksesuar, senin biyolojik olmayan daha cok ironik ve metaforik sosyal bir imajini ve anlamini bir digerine tasiyor. 

Daha Fazla bilig icin:http://www.pubmedcentral.nih.gov/picrender.fcgi?artid=1891266&blobtype=pdf&tool=pmcentrez 
doi: 10.1073/pnas.0703877104.

27 Ağustos 2009 Perşembe

Afrika'li Gec Miyosen Hominoidleri

Aslinda uzunca bir suredir bu konu hakkinda yazmak istiyordum. 25 Agustos Carsamba gunu Jhon Hawks da kendi blogunda bu konu uzerine yazdi. Bu konuyu islemek istememin nedeni son yillarda artan fosil buluntular ve ozellikle goc hipotezlerindeki farklilasmalar. Avrasya buluntulari Afrika'ya oranla daha fazla. Ancak Afrika'nin onemi insan, goril ve sempanze atalarinin burda ortaya cikmis olmasi ve evrimin bur da gerceklesmis olmasi.
Molekuler genetik calismalar insan ve ape'lerin detayli turlesme modellerini bize sunuyor. Bu model, sempanze,  orangutan, goril ve insanin butun genomlarinin karislastirmalari ile elde ediliyor. Ancak sempanze, goril, ornagutan, insan ve ortak ata turlesmelerinin sureci ve ne zaman gerceklestiginin kesin olmamasinin da potansiyel bazi nedenleri var. Bu nedenle daha cok fosil kayida ihtiyac var.
Afrika buluntular icerisinde temel olanlari Orta Miyosenden Gec Miyosene kronolojik siralarsak:
Kenyapithecus
Samburupithecus
Chororapithecus
Nakalipithecus
Sahelanthropus
Orrorin
Bunlar icerisinde Kenyapithecus yaklasik 19 milyon yil once Afrika ve Avrasya arasidna kurulan Gomphotherium kara koprusunden goc ederek Avrupa ve Asya'ya ulasmistir. Bu goc sirasinda sadece primatlar degil, bircok yeni fauna Afrika'dan Avarasya'ya girmistir. Kenyapithecus Avrupali ape'lere potansiyel atalik etmistir. Avrupali ve Turkiye'de de kesfedilen (Bursa-Pasalar lokalitesi) Griphopithecus ile bircok benzer ozellikleri paylasmaktadir. Bununla birlikte gecen yil California'da tanistigim Jay Kelley, Bursa-Pasalar lokalitesinde kesfedilmis ve daha once Griphopithecus olarak adlandirilmis bir grubu Kenyapithecus ile yeniden adlandirdi. Boylece Bursa-Pasalar'da iki farkli tur oldu. Kenyapithecus hem Afrikali bir tur ve hemde Afrikali atasal oncellerine daha cok benzer ozellikler paylasiyor. Yaklasik ayni tarihlerde Gomphotherium kara koprusunun de olusmasi, Kenyapithecus'un bu kopru uzerinden Avrasya'ya gectigini ve Avrupa-Turkiye formlarina atalik ettigini akla getirmektedir.
Samburupithecus 1998 yilinda Martin Pickford ve ekibi tarafindan kesfedildi ve yaklasik olarak 9.5 milyon yila tarihlendirildi. Bu tur daha cok goril ve sempanze-insan ayrismasina denk gelen bir doneme ve ozelliklere sahip. Chororapithecus, Gen Suwa ve ekibi tarafindan kesfedildi ve  2007 yilinda yayinlandi. Gen Suwa doktora calismasini Tim White ile UC Berkeley'de tamamladi, uzun yillar Etiyopya'da Middle Awash projesinden calisti. Birkac defa birilikte calisma yapma firsatimiz oldu, 2006 yilinda Chororapithecus ait disi kesfettiler ve yayini yayinlamadan once de bunun gorillerin atasal bir formu olabilecegini soylemisti. Makalede de ayni seyi vurguladi. Molekuler genetik verilerin belirledigi primatlarin turlesme zamanlari soyle, 20 milyon yil once Orangutan, 12 miylon yil once Goril ve yaklasik 9 milyon yil once de Sempanzenin turlestigi seklinde. Yaklasik 5 milyon yil oncede insan turlesiyor. Suwa Chororapithecusu 10.5 milyon yila tarihlendiriyor ve morfolojik ozelliklerinden dolayi gorile cok yakin oldugunu soyluyor.
Bu buluntulardan en onemlisi Nakalipithecus. Kunimatsu ve meslekdaslari bu fosili 9.9 ve 9.8 milyon yillari arasina tarihlendiriliyor. Bu fosil daha cok Avrupali Ouranopithecus ile morfolojik benzerlikleri tasiyor. Ulkemizde Cankiri Corakyerler lokalitesinde Ouranopithecus turu kesfedildi. Nakalipithecus ve Ouranopithecus turlerinin dental yani dis ozellikleri onlarin sert meyveler, yapraklar ve cekirdekler ile ile beslendiginin isareti. Kimi arastirmacilara gore Avrupali Ouranopithecus hominidler ile buyuk benzerlikler tasiyor bu nedenle insan evriminde rol almis olabilir, ancak Nakalipithecus ve Ouranopithecus benzerligi ve henuz herhangi bir postcranial elementin bulunamamis olmasi hominidlerin kokeninin Avrupali degil Afrikali oldugunu destekler yonde. Ayrica Nakalipithecus sadece bir premolar yani kucuk azi disi ile temsil ediliyor, daha detayli tanimlar icin daha fazla fosile ihtiyac var.
Sahelanthorpus ise daha onceleri de yazdigim gibi 7-6 milyon yila tarihlendirilen ve tarihlendirilmesi sorunlu olan bir tur. Morfolojik tanimla rise deforme olmus kafatasindan yapildi, bu da daha kesin yorumlari engelliyor. Orrorin ise son derece ilginc. 6 milyon yil once neredeyse Habilisler kadar yetenekli dik yuruyen bir tur. Tim White bu turun tarihlendirilmeisnin ve detayli ornegin caput femorisin kesit analizlerinin detayli yapilmadigini ileri surdu.
Orta ve Gec Miyosen fosil apeleri ile ilgi temel sorun buluntu azligidir. Daha onceleri arastirmacilar hominidlerin atalarinin Avrupa'dan goc ettgigini dusunuyorlardi,  ancak Afrika'da artan buluntu sayisi bu gorusu sarsti. Afrikali hominidler yine Afrikali fosil hominoidlerden turemis gibi gorunuyor. Her gecen yil buluntularin artmasi ile daha da acik analizler yapilabilecek. Turkiye bu noktada cok onemli bir bolge, goc yollari uzerinde bulunan ulkemizde bu arastirmalarin cogalmasi bulunacak fosil olasiligini artiracagi icin bu turlu buyuk hipotez tartismalarina daha cok katki saglayacaktir.

Bipedalizmin (Dik yurumenin) Kokeni...


Bipedalizmin (dik yurumek) kokeninin asamali, tedrici ve birikimsel bir evrim sureci ile kazanilmis bir karakter oldugu genel olarak kabul goren bir hipotez. Dikyurumenin acik alanda mi yoksa sik ormanlik bir alanda mi ortaya ciktigi ise hala tartismali. Bu tartismanin temel nedeni ise, bilinen dikyurume hipotezi ile Ardipithecus ramidus ve Ardipithecus kadabba'nin bulundugu lokalitelerin paleoekolojik ozellikleridir. Daha onceleri dik yurumek basit olarak ormanlik alanda azalan agaclardan dolayi bosalan kisa mesafelerde hominidlerin morfolojilerinde meydana gelen genetik nedenli oldugu dusunulen iskelet ve kas yapisindaki farkililasmalarin sagladigi oncelikli basamaklar ile gerek besin tasimak, gerek daha uzaklari gorebilmek ve gerekse gunesin zararli isinlarindan korunmak icin yuzey alanini daraltmak avantajlarinin ortaya cikardigi diyagnostik bir degisimdi. Bu hipotez 3.7-3.2 milyon yil yasindaki Australopithecus afarensisin bulundugu Hadar formasyonunun paleoekolojik ozellikleri ile de ortusuyordu. Ancak 5.8-4.4 milyon yillari arasinda yasamis Ardipithecus kadabba ve Ardipithecus ramidus fosil turlerinin yasadiklari alan sik ormanlik bir bitki ortusunun varligini ortaya cikardi. Ayni zamanda bu turler de bipedal yani dik yuruyordu. Kronolojik olarak daha yasli olan, dikyurume yetenegini kazanmis hominidlerin sik ormanlik bitki ortusunde nasil dik yurume yetenegini kazandiklari soru isaretini olusturdu? Bunun yanisira 7-6 milyon yila tarihlendirilen Sahelnthopus cthadensis'in de dik yurudugu ileri suruldu. Ancak bu fosil turun buldungu bolge kuzey Afrika, Cad ekolojik olarak col bir alan ve butun malzemeler tasinarak gelmis. Lokalitenin tarihlendirilmesi ise bulunan bir cifttirnakliya gore belirlenmis, yani tarihlendirme faunal korelasyon metodu ile yapilmis. Bu bolgede calisan hippo uzmani Jean R. Boisserie ile birlikte Etiyopya'da 3 ay boyunca arazide calisirken bol bol Sahelanthropus  hakkinda konusma firsatimiz odlu. Jean bu fosiin tarihlendirilmesinde bazi sorunlar oldugunu ve fosillerin in-situ (yerinde) degil tasinarak gelen malzemeden depolandigini soyledi, bununla birlikte Sahelanthropus'un kafatasininda da fosillesmeden ve deoplanmadan kaynakli distortion yani deformasyon oldugundan bahsetti, bu durumda Sahelanthropusun dik yurudugunu gosteren kafatasi kanitlarini biraz supheli kiliyor. Bu noktada Ardipithecus kadabba ve Ardipithecus ramidus dik yurumek hakkinda en eski ve en guvenilir turler.


Insan evriminde bipedalizm oncesi lokomosyon bicimi bugun benzeri olarak bildigimiz, sempanze ve gorillerin sahip oldugu knuckle-walking yurume seklidir. Ancak PNAS dergisinde Kivella ve Schmitta (Max Planck Institute for Evolutionary Anthropology, Departman of Human Evolution, Germany) tarafindan yayinlanan "Independet Evolution of Knuckle-Walking in African Apes Shows that Humans did not Evolve From A Knuckle-Walking Ancestor" (Knuckle-Walking -El Parmagi Setikleri Uzerinde Yurume- Hareketinin Afrikali Buyuk Kuyruksuz Maymunlardaki Bagimsiz Evrimi, Insanin Knuckle-Walking Bir Atadan Evrimlesmedigini Gosteriyor) baslikli makalede insan atalarinin ve dolayisi ile dik yurumenin karasal knuckle walking davranisi gosteren bir atadan degilde agac yasaminda kuckle walking davranisini goseteren bir atadan evrimlestigini ileri suruyor. Bastan soylemem gerekirse bu calisma cok acik degil, bunun nedeni sanirim makalenin full textine henuz ulasamadigimzidan kaynaklaniyor olabilir, ancak abstract son derece karisik.


Insan evriminde dik yurumenin arboreal (agac yasami suren) knuckle-walking lokomosyona sahip atalardan mi yoksa terrestrial (karasal yasam suren) knuckle-walking lokomosyona sahip atalardan mi evrimlestigi henuz aydinlanmis degil. Bu evrimsel degisim sorununu anlamak icin daha cok yasayan ape'lerin ve fosil hominidlerin el bilek ve el morfolojilerinin uzerinde yogunlasilmasi gerekiyor. Arastirmacilar yasayan ape'ler ve maymunlarin el bilek ve el morfolojileri uzerinde bir calisma gerceklestirdi. Hipotezlerini sinayabilmek icin butun knuckle-walking lokomosyonuna sahip ape'ler benzer anatomik karakterleri paylasiyorlar ve e bu ozellikler soyu tukenmis fosil hominidler icin de guvenle kullanilabilir. Buna zit olarak daha onceki hipotezlerde knuckle-walking lokomotor davranisi butun Afrikali ape'lerde paylasilmadigini ileri suruyordu. Bununla birlikte, Afrikali ape'lerin el bilek morfolojilerindeki varyasyon cok acikca 2 farkli knuckle-walking lokomotor davranis sisteminin varligini dusunmemizi gerektiriyor: arboreal cevrede daha genislemis el bilek pozisyonuna (Sempanze) karsi terrestrial cevrede notr ve sutun bicimli el pozisyonu (Goril). Hominin el bilek morfolojisindeki knuckle-walking davranisinin bu durumu terrestiral degil arboreal bir adaptasyonun sonucu olurak gozlemleniyor. Bu gozlemler insan evriminde dik yurumenin  butun diger ape'lerle ortak ekolojik nisi paylasan arboreal bir atadan  evrimlestiginin kanitlarini sagliyor.


Yayinin abstract kismindan anladigim kadari ile bu sekilde, full texti okumak icin sabirsizlaniyorum. Guncel ape'ler ile yapilan morfolojik varyasyon calismalari ve istatikleri fosil kayitlar icin isik tutuyor. Ancak yine de her zaman kesfedilecek bir fosil olasiliklardan daha cok kesin bilgiler verecek. Bu nedenle daha cok fosil arastirmaya ve kaziya ihtiyac var.


Daha cok bilgi icin: http://www.pnas.org/cgi/content/abstract/106/34/14241?etoc   


Independent evolution of knuckle-walking in African apes shows that humans 
did not evolve from a knuckle-walking ancestor
Tracy L. Kivella,1,2 and Daniel Schmitta
+ Author Affiliations

aDepartment of Evolutionary Anthropology, Duke University, P.O. Box 90383 
Science Drive, Durham, NC 27708-0383
?2Present address: Max Planck Institute for Evolutionary Anthropology, 
Department of Human Evolution, Deutscher Platz 6, D-04103 Leipzig, Germany.

Edited by Alan Walker, Pennsylvania State University, University Park, PA, 
and approved June 30, 2009 (received for review February 5, 2009)

Abstract
Despite decades of debate, it remains unclear whether human bipedalism evolved from a terrestrial knuckle-walking ancestor or from a more generalized, arboreal ape ancestor. Proponents of the knuckle-walking hypothesis focused on the wrist and hand to find morphological evidence of this behavior in the human fossil record. These studies, however, have not examined variation or development of purported knuckle-walking features in apes or other primates, data that are critical to resolution of this long-standing debate. Here we present novel data on the frequency and development of putative knuckle-walking features of the wrist in apes and monkeys. We use these data to test the hypothesis that all knuckle-walking apes share similar anatomical features and that these features can be used to reliably infer locomotor behavior in our extinct ancestors. Contrary to previous expectations, features long-assumed to indicate knuckle-walking behavior are not found in all African apes, show different developmental patterns across species, and are found in nonknuckle-walking primates as well. However, variation among African ape wrist morphology can be clearly explained if we accept the likely independent evolution of 2 fundamentally different biomechanical modes of knuckle-walking: an extended wrist posture in an arboreal environment (Pan) versus a neutral, columnar hand posture in a terrestrial environment (Gorilla). The presence of purported knuckle-walking features in the hominin wrist can thus be viewed as evidence of arboreality, not terrestriality, and provide evidence that human bipedalism evolved from a more arboreal ancestor occupying the ecological 
niche common to all living apes.

25 Ağustos 2009 Salı

FOSILLER KIMLER ICIN: BILIM INSALARI MI YOKSA HALK MI?

Sanirim 2006 senesiydi, California Berkeley Integrative Biology bolumunden Dr. Tim White ile birlikte Ethiopia National History Museum Middle Awash Human Evolution laboratuarinda calisirken Ethiopia Kultur ve Turizm Bakanligindan bir haber geldi. Habere gore, bir grup Amerikali gazeteci ve arastirmaci Etiyopya hukumeti ile anlasmis ve hepimizin bildigi Lucy yani Australopithecus afarensis'in orjinal fosilini Amerika'ya gorutup cesitli muzelerede sergilemek istiyorlardi. Bunun icin Ethiopia hukumetine tonlarca dolar odemisler. Buna ihtiyaci olan Ethiopia hukumeti de kabul etmis. Tim White'in o vakit kuplere bindigi hatirliyorum. Bu fosilin cok onemli oldugunu ve henuz bilimsel calsimalarin tam anlami ile bitmedigini ve bu seeruvene cikmasinin cok riskli odlugunu soyluyordu.
2007 yilinda Lucy Amerika seferine cikti. Cok gecmedi Scientific American dergisinin son sayisinda Lucy'nin bu seruveni ile ilgili bir makale yayinlandi. Scientifi American dergisinin editorlerince hazirlanan bu yazida gecen Haziran ayinda Lucy'nin Amerika seruvenine devam ettigini ve New York'u ziyaret ettigini belirtiyor. 3.2 milyon yasindaki bu gezgin binlerce ziyaretciyi muzelere cekmeyi basarmis ve insan evrimi hakkinda buyuk bir ilgi uyandirmis. 2007 yilindan beridir ugradigi her yerde buyuk ilgi patlamasi olmus.
Bu yolculuga cikmadan once Lucy Etiyopya Kultur ve Turizm Bakanligi gizli fosil deposunun disine cikmamisti. Bir defa ben ve Dr. Tim White, Ardipithecus ramidus fosilinin rekonstruksiyonunu yapmak icin bu gizli depoya girdigimizde, Dr. White bana Lucy'nin orjinal fosillerini gostermisti. Hayatimin en onemli anlarindan biriydi. Lucy'nin (Au. afarensis) fosillerine dokunmus ve yillar boyu derslerde, dergilerde ve magazinlerde hakkinda haber okudugumuz bu atamizla bulusma imkani yasamistim.
Evet, 3.2 milyon yil once dogan bu yasli atamiz korundugu depodan 2007 yilinda cikmis ve Amerika seferine baslamisti. Kimi arastirmacilara gore insan evrimi ve paleoanthropoloji ile ilgilenen bireyler ya da toplumun diger ogeleri icin bu inanilmaz bir firsatti. Kimileri butun insanlarin kendi atasini gorme hakki oldugunu ve bu fosilin mumkun oldugu kadar dunyanin farkli bolgelerinde sergilenmesi gerektigine inaniyor. Ancak bu tartisma daha farkilasti ve gazeteciler ve magazinciler tarafindan bilim insanlarina yonelik bir savunmaya donustu. Magazinciler ve gazeteciler bilim insanlarin cok ketum oldugunu ve ozellikle fosiller ile ilgili olan bilgileri korumak ve saklamakla sucluyorlar. Bilim insanlari ise fosillerin bilimin materyalleri oldugunu ve ozenle korunmasi gerektigini, bilimsel calismasi henuz sona ermemis Lucy gibi onemli fosillerin buyuk risk barindiran bu tur yolculuklara cikmamasi gerektigini savunuyorlar.  Cunku herhangi bir zararin geri onarimi imkansiz.
Lucy'e benzer bir sorun ise Lucy'den daha yasli olan ve sempanze ile ortak ata formuna cok benzer ozellikler tasiyan 4.4 milyon yillik Ardipithecus ramidus'u kesfeden Dr. Tim White'i cevrelemis durumda. 15 yilin ardindan birkac ay once Aridipithecus ramidus'un monografini yayinlayan Tim White, orjinal fosillere ulasmanin cok sinirli oldugunu ve bilimsel korunma kosullari altinda korunmasi gerektigini, bu gibi onemli fosillerin orjinal parcalarinin sergilenmesinin risk tasidigini yineledi.
Buna ragmen gazeteciler ve kimi magazinciler, bilim insanlarinin calismalarini bitirmelerinin goreceli oldugunu ve kimi calismalarin cok uzun surdugunu ileri surerek bazi olasi kosullarda bu orjinal fosillerin ozellikle insan evirmi ile ilgili olanlarin bu konuda duyarlilik yaratmak amaci ile sergilenmelerinde bir sakinca olmamasi gerektigini savundular. Ayrica, fosili kesfeden arastirmacilar kesfettikleri fosili uzun yillar sadece kendi tekellerinde tutarak salt kendi calismalarinda kullanmaktadirlar, gazeteciler ve diger arastirmacilar bu fosillerin diger arastirmacilara da acilmasi gerektigini ve bilimsel calismalar yapilabilmesi icin ulasilabilir kilinmasi gerektigini vurguluyorlar.
Aslunda Lucy'nin Etiyopya disinda sergilenmesi ile baslayan tartisma, bilim insanlair arasinda fosillerin ve bilimsel verilerin gizli tutulmasini, yani veri paylasimini iceren bir tartismaya evrildi. Bu noktada bu tartismdan payi daha cok Dr. Tim White gibi buyuk proje sahipleri aliyor. Olusan bu paradigmaya gore, materyal ve veri paylasimi noktasinda belli bir standartin olusuturulmasi gerekiyor.
Kaldi ki, editorler bu tur arastirmalara ayrilan fonun halkin odedigi vergilerden alindigi ileri suruyor, ve ozellikle insan olmaktan kaynakli, kesfedilen insan atalarini butun insanligin gorme hakki oldugu da onemli bir nokta. Ozellikle insan evrimi konusunda halkin daha da duyarli hale getirilmesi ve bilinclendirilmesi gerekiyor. Bu noktada Lucy ve Ardipithecus ramidus gibi onemli fosillerin sergilenmesi de kuskusuz buyuk bir etki yaratir.


Daha detayli bilgi icin: http://www.scientificamerican.com/article.cfm?id=fossils-for-all 

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Evrimde Kazananlar ve Kaybedenler...

Univeristy of California Los Angeles arastirmacialri ve bilim insanlari tarafindan gerceklestirilen yeni bir arastirma, Tuatara olarak bilinen timsahlar ve surungen kuzenleri yilanlar kaybedenler arasinda yer alirken memeliler, kuslarin bircok turu ve baliklar evrimin kazananlari ve kaybedenleri arasinda yer aldigini gosteriyor.
UCLA Ekoloji ve Evrimsel Biyoloji profesorlerinden Michael Alfaro, "Bizim sonuclarimiz memelilerin ozel canlilar oldugunu isaret ediyor" dedi. Bu calisma aslinda 24 Temmuz'da Proceedings of the National Acedemy of Sciences (PNAS) dergisinde yayinlandi, buna gore yok olan turler kadar yeni turler ortaya cikiyor. Alfaro ve meslekdaslari, 47 onemli omurgali grubu fosilinden elde ettikleri DNA dizilimlerini analiz ettiler ve her grubunun tahmini yuksek ve dusuk seviyelerde"tur zenginligini" test etmek icin bilgisayar yolu ile bir hesaplama yaptilar. Boylece hangi grubun evrimsel cizgisinin kabul edilebilir oranlarda basarili oldugunu gorduler.
Evrimsel kazananlar arasinda cogunlukla modern kuslar (kanarya, kartal, papagan ve guvercinler.. gibi), memelilerin cogu ve baliklarin ozellikle mercan resiflerinde yasayan bir gurubu yer aliyor. Bununla birlikte, 250 milyon yildan beridir varolan ve sadece 23 farkli ture cesitlenmis olan timsahlar evrimsel olarak kaybedenler arasinda. Alfaro, bu turlerin beklenilenden 1000 kere daha yavas turlesme hizina sahip olduklarini soyluyor. Alfaro, "Bu canlilarin bu denli yasli olmalarina karsin tur cesitlilikleri cok az"  seklinde belirtti.
National Science Foundation tarafindan desteklenen projenin yoneticisi Alfaro, "Bizler biyocesitliligi etkileyen nedenleri anlamaya calisiyoruz. Calismamiz prehistorik ve guncel yokoluslarin oranlarini anlamak ve karsilatrimak icin bir sans yaratabilir" dedi.

Daha fazla bilgi icin: Naming Evolution's Winners And Losers 

Homo floresiensis Flores adasina Afrika'dan Goc Etti...

Avusturalya National University'de doktora ogrencisi Debbie Argue tarafindan yonetilen ekibin son analizlerine gore lakabi Hobbits olarak bilinen Homo floresiensis erken bir hominindi ve Endonezya'da bulunan Flores adasina Afrika'dan goc ederek gitti. Bu grubun calismasina gore Homo floresiensis, Neanderthal ve Modern sapiesnten daha once yasamis bir atasal potansiyelden koken alacak benzersiz bir bilek anatomisene sahipti. Buna gore Homo floresiensis, Neanderthal ve Modern sapeiensten degil Afrika'dan disa goc etmis daha onceki bir atadan turemis olmali.
Debbie Argue, Mike Moorwood (University of Wollongong) ve Thomas Sutikna (Indonesyan Center of Archaeology) Homo floresiensis bireylerine ait 60 kafatasi ve postcranial iskelet materyali hominidler, sempanze ve goril ile kaldistik analiz metodunu kullanarak karsilastirdilar. Sonuclar, Homo floresiensis'in  Afrika'dan Flores adasina, biri 1.66 ve digeri 1.9 milyon yil oncesinden baslamak uzere bu iki farkli muhtemel evrimsel yoldan birini kullanarak goc ettigini dusunduruyor.


Daha fazla bilgi icin: Hobbets walked out of Africa

23 Ağustos 2009 Pazar

Avrupali Neanderthaller ve Modern Insanlarin dietleri icin Isotopic kanitlar

Trinkaus ve Richard tarafindan PNAS dergisinin son sayisinda yayinlanan makalenin Avrupali modern insanin ve neanderthallerin izotopik analizler yardimi ile beslenme bicimlerinin aydinlatilmasindan olusuyor. Izotopik analizler yasam boyunca canlinin beslendigi protein kaynaklari hakkinda bilig veriyor ve buna gore Avrupali neanderthaller yaklasik 120 000 ve 37 000 yillari arasinda kalan zaman diliminde benzer bir beslenme bicimine sahipti. Yapilan analizler Neanderthallerin protein ihtiyaclarini cogunlukla buyuk otcul hayvanlardan sagladiklarini isaret ediyor. Buna zit olarak,  yaklasik 40 000 ve 27 000 yillari arasinda yasamis olan modern insanlarin fosilleri uzerinde yapilan analizler daha genis izotopik degerler veriyor ve bu bireylerin daha cok denizel ve tatlisu besin kaynaklarini kullandiklarini gosteriyor. Avrupa'da direk olarak modern insana atfedilen en eski lokalite (40 000 yil) Oase 1'dan izotopik analizler sonucu elde edilen veriler cok yuksek nitrojen iceriyor, bu da bu insanlarin daha cok tatlisu besinlerini tukettigini kanitliyor. 40 000 yil oncesine tarihlendirilen Oase 1 lokalitesi ayni zamanda Neanderthallerin yokolus surecine de yakin yani en son Neanderthallere taniklik etmis bir lokalite ve bu calisma iki farkli grup arasindaki degisen beslenme davranisini aydinlatmasi acisinda cok onemli. 

Izotopik analizler prehistorik insanlarin beslenme bicimlerinin ve adaptasyonlarinin aydinlatilmasi icin cok onemli. Karbon ve nitrojen eriskin insan kemiklerinde sabit bir izotop oranina sahiptir ve bu oran yillar boyunca bireyin tukettigi proteinlerin besin kaynaklarini isaret eder. Boylece prehistorik turlerin yasamlari boyunca daha cok hangi besinlerini tuketiklerini anlayabiliriz. Bu calisma Neanderthallerin protein kaynagi olarak buyuk otcullari turkettiklerini cagdasi olarak yasayan modern insanlarin ise daha cok denizel ve tatlisu canlilari ile beslendiklerini ileri suruyor. Bu sonuc ayni zamanda modern insanin balik ve benzeri su urunlerini avlayabilecek yetenekte oldugunun kaniti. Ancak izotopik veriler bu iki insan turunun genel olarak benzer bir diyeti paylastigini yani protein ihtiyaclarini hayvanlardan sagladiklarini gosteriyor. Detay olarak modern sapiensler proteinlerini su urunlerinden kazanabilme yetenegini edinmisken Neanderthaller bundan yoksundu. Bu da modern insanin atalarinin hayatta kalabilmede daha yetenekli oldugunun isareti. 

Kaynak: Isotopic evidence for the diets of European Neanderthals and early modern humans

Michael P. Richards(a, b) and Erik Trinkaus(c)
(a)Department of Human Evolution, Max-Planck Institute for Evolutionary Anthropology, Deutscher Platz 6, D-04103 Leipzig, Germany;  
(b)Department of Anthropology, University of British Columbia, Vancouver, British Columbia V6T 1Z1, Canada; and
(c)Department of Anthropology, Campus Box 1114, Washington University, St. Louis, MO 63130

http://www.pnas.org%02cgi%02doi%0210.1073%02pnas.0903821106

What Makes Us Human?

Insani Insan yapan nedir?

Isotopic evidence for the diets of European Neanderthals and early modern humans

PNAS, http://www.pnas.org%02cgi%02doi%0210.1073%02pnas.0903821106

Michael P. Richards and Erik Trinkaus


We report here on the direct isotopic evidence for Neanderthal and

early modern human diets in Europe. Isotopic methods indicate the

sources of dietary protein over many years of life, and show that

Neanderthals had a similar diet through time ( 120,000 to 37,000

cal BP) and in different regions of Europe. The isotopic evidence

indicates that in all cases Neanderthals were top-level carnivores

and obtained all, or most, of their dietary protein from large

herbivores. In contrast, early modern humans ( 40,000 to  27,000

cal BP) exhibited a wider range of isotopic values, and a number of

individuals had evidence for the consumption of aquatic (marine

and freshwater) resources. This pattern includes Oase 1, the oldest

directly dated modern human in Europe ( 40,000 cal BP) with the

highest nitrogen isotope value of all of the humans studied, likely

because of freshwater fish consumption. As Oase 1 was close in

time to the last Neanderthals, these data may indicate a significant

dietary shift associated with the changing population dynamics of

modern human emergence in Europe.

Relevance of aquatic environments for hominins: a case study

Journal of Human Evolution, doi:10.1016/j.jhevol.2009.06.003


J.C.A. Joordens, F.P. Wesselingh, J. de Vos, H.B. Vonhof, D. Kroon


A b s t r a c t

Knowledge about dietary niche is key to understanding hominin evolution, since diet influences body

proportions, brain size, cognition, and habitat preference. In this study we provide ecological context for

the current debate on modernity (or not) of aquatic resource exploitation by hominins.We use the Homo

erectus site of Trinil as a case study to investigate how research questions on possible dietary relevance of

aquatic environments can be addressed. Faunal and geochemical analysis of aquatic fossils from Trinil

Hauptknochenschicht (HK) fauna demonstrate that Trinil atw1.5 Ma contained near-coastal rivers, lakes,

swamp forests, lagoons, and marshes with minor marine influence, laterally grading into grasslands.

Trinil HK environments yielded at least eleven edible mollusc species and four edible fish species that

could be procured with no or minimal technology. We demonstrate that, from an ecological point of

view, the default assumption should be that omnivorous hominins in coastal habitats with catchable

aquatic fauna could have consumed aquatic resources. The hypothesis of aquatic exploitation can be

tested with taphonomic analysis of aquatic fossils associated with hominin fossils. We show that

midden-like characteristics of large bivalve shell assemblages containing Pseudodon and Elongaria from

Trinil HK indicate deliberate collection by a selective agent, possibly hominin.

YASAMIN BUTUN CESITLILIGI...SJ GOULD

Paleontolog (fosil bilimci), evrim teorisyeni, tarihçi, üretken bir Marksist ve Harvard profesörü. Kitcher’a göreyse en zor kuramları basitleştirip anlaşılabilir kılan eşsiz ve alışılmışın dışında bir filozof. 20 Mayıs 2002 yılında, arkasında çok değerli entelektüel bir miras bırakarak kansere yenik düştü. Bu miras içerisinde, bilim ve hayat felsefesini yansıttığı eseri The Full House Versus Kitap tarafından Yaşamın Tüm Çeşitliliği adıyla Türkçeye kazandırıldı... Stephen Jay Gould, Darwin’den sonra en çok bilinen ve ortodoks Darwnizmi yıkan bir düşünürdür. York ve Clark’a gore, Gould’u biyologlardan ve evrim bilimcilerden farklı ve değerli kılan yaklaşımı, paleontoloji ve evrimsel biyoloji alanında uzmanlaşırken, çoğumuzun bilmediği bu konuları sosyoloji, antropoloji ve felsefenin ince eleğinden geçirip, okuyucuları benzersiz bir diyalektik bütünselliğin içine çekerek özneleştirmesidir. Okur, doğaya ve diğer canlılara karşı verilen ve varoluşu sorgulayan daha önce hiç karşılaşmadığı bir özeleştiri içerisinde bulur kendini. Böylece doğanın bir parçası olduğunu hatırlar ve kendini yeniden tanımlayan bir varlık olarak doğadaki gerçek yerini bulur. Bu özeleştiri için Gould sadece biyolojik ve jeolojik alanlardan değil daha çok sosyal bilimlerden soruna yaklaşır ve gerekli bilgileri sağlar, çünkü bir varlık olarak insanı anlamak ve sorgulamak sadece biyolojik değil daha çok sosyal bir olgudur.
Gould, tipik bir biyolog gibi değil daha çok bir sosyolog gibi düşünür ve ona göre bilim, doğanın bahçesinden basitçe kopardığımız ve saf/katıksız gerçeği oluşturduğumuz bir etkinlik değildir, aksine bilim, politika, ekonomi, antropoloji ve psikoloji ile yapılanmış sosyal bir üretimdir. Bu nokta, doğa/yaşam bilimleri ve sosyal bilimler arasındaki uçurumdur. Gould, bu uçurumun ‘modern’ yaklaşımın ilk temellerinin atıldığı sıra -ki bu Francis Bacon’ın deneysel gözlemin önemini vurguladığı döneme kadar gider- oluşturulduğunu ileri sürer. Bilimsel yaklaşım salt doğal dünyanın deneysel gözlemler ile algılanıp ‘gerçeğe’ ulaşılması biçiminde omurgalanmış ve yapısal bir otorite tarafından imtiyazlanmıştır.
70’li yıllarda Gould ve Eldredge paleontoloji bilminin geleceğini belirleyecek bir yayın yaptılar. İki genç bilim insanı adayı olmalarına rağmen palentolojinin kuram kısımı ile ilgileniyorlardı. Eldredge, Gould’un anısına yazdığı bir yazıda onun tez calışmasından daha çok bu yayına zaman harcadığını önemle anlatır ve ona neden böyle yaptığını sorduğunda Gould, “henüz genciz, şimdi düşünmenin, okumanın ve kuramsal çalışmalar yayımlamanın zamanı” der ve kuram hakkında yazmak için altmış yaşında olmayı beklemez, bu anlamda onun yaşam biçimi de çizgisel ve tedrici değildir, devrimseldir. Paleonotolojinin, sadece fosillerin morfolojik özelliklerin belirlenip yayınlandığı ‘idiographic’ bir üretim sistemi olmadığını, düşünülenden daha kompleks olarak, karakterlerin ve özelliklerin çoğunlukla fark edemediğimiz anlamlarını ve gizledikleri evrimsel bilgileri araştıran ‘nomothetic’ bir bilim olduğunu söyler. Bu anlamda bilimin sadece tanımlayıcı değil yorumlayıcı ve yaratıcı olması gerektiğine işaret eder. Gould, bu dönemde Richard Goldschmidt’in yayımlanmamış ‘makromutasyonlarla’ ilgili olan çalışmalarından çok etkilenir. Bu dönemde diğerleri popüler olan evrimsel biyolojiye yani mutasyon oranlarına, popülasyon büyüklüklerine, doğal seçilime ve moleküler genetiğe yönelirken o fosil kayıtların incemeleye yoğunlaşır.

Tarihin bir ürünü: insan
Fakat Ernest Mayr ve Thedious Dobzhansky’nin türleşme üzerine olan çalışmalarını da dikkatle irdeler. Daha sonra Eldredge ile birlikte çalışmalarını daha da derinleştirerek bütün fundamentalist pre-,post- ve neo-Darwincilere karşı ‘punctuated equilibrium’ olarak isimlendirdikleri evrim modelini ileri sürerler. Buna göre evrim sadece mikro mutasyonların zaman içerisinde birikerek tedrici ve filetik değişime yol açması ile değil, uzun durağan dönemlerin ani değişimlerle kesintiye uğraması sonucun da gerçekleşir. Bu anlamda ani/devrimsel değişimler söz konusudur. Fosil kayıtlarda izlenen durağan dönemler ara türlerin bulunamadığını değil aslında olmadığını gösterir ve evrimsel değişim durağan dönemlerden sonra ani olarak gerçekleştiğini kanıtlar. Ancak bu ‘ani’ değisim jeolojik zaman ölçeğine göre algılanmalıdır, yerkabuğunun milyar yıllık tarihi dikkate alındığında bir milyon yıl ani sayılabilecek bir zaman dilimidir. Ayrıca bu ‘ani’ değişim sadece bir nesil de değil, birkaç nesil boyunca türleşmeler ile ortaya çıkıyor. Bu noktada Gould, Richard Dawkins gibi sekter gen-seçilimci neo-Darwinistler ile karşı karşıya geliyor. Gould’a göre sosyal yaklaşım yoksunu, biyolojik belirlenimci bu grubun türleşmenin sadece lokal bir popülasyondaki evrimsel değişimlerin çalışılması ile anlaşılamayacağını anlaması gerekiyor. Tartışmanın merkezi nasıl ve hangi koşullar altında lokal değişimlerin türleşmelere yol açması ile ilgilidir.
Gould’un biyolojik evrim anlayışı birçok sosyal bilimci için de kullanışlı olmuştur. Doğal dünya da sosyal dünya gibi tarihseldir ve kapsamlı analizler için tarihsel metodları kullanmayı gerekli kılmaktadır. Tarih sürekli ivmelenen çizgisel bir ilerleme ya da gelişim değil bir çalı gibi karmakarışık devrimsel değişimleri içerir. Bir canlı olarak evrimsel bir tarihe sahip olsak da sosyal bir varlık olarak kültürel tarihin ürünleriyiz. Evrimsel değişimin çekirdeği biyolojik olsa da insanın varoluşuna sadece bu açıdan bakmak yani yaşamın çesitliliğine salt taksonomist bir indirgemecilikle yaklaşmak sosyal/siyasal bir yoksulluğu da beraberinde getirmektedir. 
Gould’a göre insan tarihin bir ürünü olarak öykü anlatabilen bir varlıktır ve doğanın bütünsel öyküsünü anlatabilmek sosyal, siyasal ve tarihsel bir bilinci gerekli kılmaktadır. Yaşamın Tüm Çeşitliliği’nde Gould, bir öykü anlatıcısı olarak, doğayı ve insanın varoluşunu alışılagelmiş sınıflandırmacı algılama biçiminin sınırlarını aşarak, tarihi kendi diyalektiği içerisinde Platon, Copernicus, Galileo, Newton, Freud ve Darwin’e kadar uzanan bir bilgelikle sorgular. Gould’un bu diyagnostik yaklaşımı kaba Newtoncu indirgemeciliği ve biyolojik belirlenimciliği yıkar, insanı salt biyolojik karakterlerin taşıyıcısı olarak değil kültür üreten bir canlı olarak, sosyal ve siyasal ilişkilerin öznesi biçiminde tanımlar. İnsanı özneleştirirken onu doğanın ya da evrenin merkezine almaz, tam aksine antroposentirik kibrini ‘yaşamın tüm çeşitliliği’ içinde eritip yok ederek, yaşamın çeşitliliğinden varoluşun ortak eşitliğine uzanan yeryüzü merkezli bir öykü anlatır. Bu öykü, insanlar ve toplumlar arası eşitsizlikleri, savaşları, saldırganlıkları, bencillikleri ve kısacası bütün kötülükleri biyolojik yapımıza ve genlerimize atfedenlere karşı, barış, sevgi, özgürlük ve adelet gibi değerlerin sosyal ve siyasal düşünce biçimi ile mümkün olabileceğini anlatır.
Gould, yaşamın öyküsünün artarak kompleksleşmeye amaçlanmış bir süreç olmadığını vurgular. Yaşam çoğunlukla doğanın amaçsız-rastgele değişimlerinin etkisinde evrimleşir. Bizler bir amaca odaklanmış sürecin değil rastgele kazaların sonuçlarıyız. Gould, fosil kayıtların peşin hükümlü yorumlarına karşı çıkar; kompleks bir organizmaya sahip olmak ‘gelişmiş ve ileri’ bir evrimsel seviyede bulunmak değildir, önemli olan yüksek bir varyasyon aralığına sahip olabilmektir, gerçek olan varyasyon yani çeşitliliktir. Bu nedenle Gould, kompleksliğe değil çeşitliliğe ve farklılaşmaya odaklanmamızı önerir. Bakteriler basit yaşam formları olmasına rağmen ekosistemin dominant yaşam biçimleridir, dominant olmaları için kompleks olmalarına gerek yoktur, ancak organizmal bir kompleksliğe sahip olmadıkları düşünüldüğünden dolayı insanın yaptığı sınıflandırmada aşağı ve basit türler biçiminde algılanırlar. Maalesef insan algısı, evrimsel değişimin daha kompleks türler üreteceğini düşünmüş ve canlıların sınıflandırılmasını bunun üzerine inşaa etmiştir. Gould, bu türlü fonksiyonalist evrimci hegemonyaya, evrimsel değişimin diyalektik etkileşimini vurgulayarak karşı çıkar. Bu Gould’un evrim kuramının merkezini oluşturur.

Yöneten-yönetilen çelişkisi
Diğer bir taraftan, sosyal alanda evrimsel değişimin sürekli daha iyiye doğru bir ilerleme süreci olduğunu düşünmek elitisttir ve burjuva dünyasının kalbidir. İnsanların sosyo-ekonomik pozisyonları belirlenerek sınıf farklılığı yaratılması ile bu düşüncenin doğa tarihi kuramları ile benzerlik göstermesi de bir süpriz değildir. Burjuvazi sahip olduğunu düşündüğü ekonomik ve sosyal prestij ile kendini bundan yoksun olan gruplardan daha ileri/modern olarak tanımlar. Bu bağlamda toplumu hiyerarşik/statüsel parçalara böler, yöneten-yönetilen çelişkisini ve sınıf farklılığını yaratır. Canlılar da uzun bir dönem boyunca insan tarafından sahip oldukları ileri/gelişmiş karakterlere göre sınıflandırılmıştır. İnsanın tür şovenizmi ve antroposentirik algısından dolayı Homo sapiens canlıların sınıflandırılmasında uzunca bir süre en üstte yer almıştır. Darwin kuramını fonksiyonalist ve gelişimci düşüncenin egemen olduğu Viktoriyen dönemde oluşturmuştur ve onun kuramı dönemin düşünürleri tarafindan “organizmalar evrimsel değişimin tarihi boyunca daha da gelişmişlerdir” biçiminde yorumlanmıştır. 
Gould kansere yakalandıktan sonra öleceğini bildiği halde, ölümle dalga geçerek sınırlı yaşamanı doğada var olan yaşamın evrimini ve çesitliliğini anlamaya adar ve bütün deneyimlerini toparlayarak bu kitapta yaşamın evrimsel çesitililiğinin öyküsünü anlatmaya soyunur. Onun kendini tanımlayışı ve varoluşunun cekirdeği bunun üzerine kuruludur. Sadece kendi uzmanlık alanına sıkışıp kalmış bir düşünür değildir, paleontoloji dergilerinde olduğu kadar sosyal/siyasal bilim dergilerinde de makaleler yayımlamıştır. Yaşam onun için salt jeolojik ve biyolojik süreclerden ibaret değildir; antroposentirizmin zincirlerini kıran Gould, Darwin’den Mayr’a, Dobzhansky’e ve Platon’dan Durkheim’a, Weber’e, Marx’a, Geertz’e ve Clifford’a varan holistik bir -bilgelik ile âşık olduğu ‘yaşamın tüm çesitliliği’nin öyküsünü anlatır. 
AKP hükümetinin evrim kuramına karşı gerici (Milli Eğitim müfredatı ve TÜBİTAK örnekleri) uygulamalarının yanı sıra kimi biyolojik belirlenimci evrim-ci-lerin toplumdan bağımsız, üstten seslenen elitist ve ‘ötekileştirici’ yaklaşımları dikkate alındığında, Gould’un Yaşamın Tüm Çesitliliği eseri bir varlık olarak kendimizi sorgulamak için alternatif bir pencere açıyor. Herkesin rahatlıkla anlayabileceği bir dilde yazılmış bu eserin çevirisi de gayet anlaşılır. Ayrıca antropoloji, biyoloji, felsefe, sosyoloji ve jeoloji bölümlerinde evrim, doğa tarihi ve insanın varoluşu ile ilgili konularda mutlaka kaynak olarak başvurulabilecek bir eser. İyi okumalar.