29 Temmuz 2018 Pazar

Paleoantropolog Dr. Tim White ile Middle Awash İnsan Evrimi Projesi hakkında söyleşi!


Not: Bu yazı Bilim ve Gelecek dergisinin 168. (Şubat 2018) sayısında yayınlanmıştır. Kaçıran ya da ulaşamayan okuyucular için buraya ekliyorum.

Merhaba değerli Bilim ve Gelecek okurları. Bu yazıda sizlerle çok özel bir söyleşiyi paylaşıyorum. Geçen yıl Kasım ve Aralık ayları arasında Etiyopya’da Afar bölgesinde gerçekleşen Middle Awash Projesi’ne Türkiye’den paleontolog Cesur Pehlevan ile birlikte katıldık. Bu proje hakkındaki detayları zaten Tim’in kendi ağzından ilerleyen kısımda okuyacaksınız. Ancak söyleşiye başlamadan önce ben kısaca söyleşi hakkında biraz bilgi vermenin değerli olacağını düşünüyorum. Tim White ile Middle Awash projesi ve insan evrimi hakkında Türkiyeli okurlar için genel bir söyleşi yapmaya arazi çalışması sürecinde karar verdik. Ancak bu söyleşiyi gerçekleştirebilmemiz Etiyopya’dan ayrılışımızın en son günü ve hatta Etiyopya Bole havaalanına bizi götüren dolmuş seyehatine kaldı. Arazi çalışmasının yoğunluğu ve arazi çalışmasından döndükten sonra Addis Ababa’da bulduğumuz fosilleri düzenleyerek yerleştirdiğimiz Doğa Tarihi müzesindeki çalışmalarımızdan dolayı söyleşiyi hep ertelemek durumunda kaldık. Son gün bavullarımızı toplayıp kaldığımız otelin dolmuşuna binip havaalanına doğru yola çıktığımızda yaklaşık olarak 40 dk zamanımız vardı ve fırsat bu fırsat deyip Tim White ile sizler için bu söyleşiyi dolmuşta gerçekleştirdik. Tim White California Üniversitesi Berkeley kampüsünde bütünleşik biyoloji bölümünde kendi alanında otorite sayabileceğimiz dünyaca ünlü bir paleoantropoloji profesörü. 1980’li yıllardan beridir Etiyopya’da Dr. Berhane Asfaw ve Dr. Yonas Beyene ile ortak sürdürdüğü Middle Awash projesinin insan evrimi çalışmalarına katkısı çok önemli. Bu katkının önemini söyleşiyi okurken farkedeceksiniz.

Türkiye’nin bu proje ile tanışması antropolog Prof. Dr. Erksin Güleç’in 90’lı yıllarda Türkiye’de sürdürdüğü paleontolojik kazı ve yüzey araştırmaları sırasında Tim White ile geliştirdiği akademik ortaklıkla başlıyor. Türkiye’de süren omurgalı fosil yatakları araştırmaları sırasında Tim White, Erksin Güleç ve dönemin Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü Doğa Tarihi Müzesi’nde paleontolog olan Gerçek Saraç’ı Middle Awash projesine katılmaları için davet eder. Türkiye’den ilk katılımlar böylece başlar. Ardından o dönem Erksin Güleç’in ekibinde yer alan araştırmacılardan da kısa süreli katılımlar gerçekleşir. Ancak Türkiye’den gerçekleşen bu katılımlar çoğunlukla Middle Awash projesinin nasıl gerçekleştiği ve işlediği konusunda deneyim ve bilgi kazanma amaçlı kısa süreli ziyaretlerdir. Bunlardan farklı olarak Türkiye’den katılan ve Middle Awash projesinin en deneyimli üyelerinden biri olan Prof. Dr. Cesur Pehlevan (Yüzüncüyıl Üniversitesi Antropoloji Bölümü) aynı zamanda Middle Awash projesi kapsamında bulunan Rhinocerotidae (Gergedangiller) ailesine ait fosil buluntuların bilimsel çalışmalarını da sürdürmektedir. Benim Tim White ile tanışmam ve Middle Awash projesine 2003 yılından itibaren katılmaya başlamam ise burda yazamayacağım kadar ilginç bir hikaye. Middle Awash projesi kapsamında bulunan kemirgen ve diğer küçük boyutlu memeli gruplarına ait fosillerin bilimsel çalışmalarını da vakit buldukça sürdürmekteyim.

Middle Awash projesi fiziksel olarak Dünya’nın en zor arazi çalışmalarından biri. Hergün kendinizi motive edip bugünü de başaracağım diye cesaretlendirmeniz gerekmekte. Kamp yaşamının ve arazi çalışmalarının zorlukları ve bütün bunların 55 gün sürmesi zaman zaman direncinizi kırabiliyor. Ancak harika bir ekip ile birlikte çalışmanız ve Dünya’nın en önemli keşiflerine ortak ve tanık olmanız motivasyon ve direncinizi yüksek tutmanıza fazlasıyla yetiyor. Bu sezonki çalışmamızda yine çok önemli keşifler gerçekleştirdik, bilimsel çalışmalar tamamlandıktan sonra bu keşifler bütün Dünya’ya duyrulacak.

Havaalanı yolculuğu sırasında söyleşiyi profesyonel  bir ruhla yapma ciddiyetimize rağmen her tarafından ayrı bir ses gelen dolmuşun çılgın sürücüsü ve tehlikeli Addis Ababa trafiği ile yüksek sesli Amhara müziği eşliğinde elimizden geleni yapmaya çalıştık.

Kaya: Tim White kimdir ve insan evrimine olan ilgisi ve çalışmaları nasıl başlamıştır?
White: California Üniversitesi Berkeley kampüsünde bütünleşik biyoloji bölümünde profesör ve insan evrimi araştırma merkezinin de yöneticisiyim. İnsanın kökenine olan ilgim ben henüz bir çocuk iken başladı. Arkeoloji, dinozorlar ve hemen hemen prehistorik olan her seyle çok ilgiliydim. Koleje gidene kadar  bu konuları çalışma şansım olmadı, sadece bir çocuğun hobisi düzeyinde kaldı. California Üniversitesi Riverside kampüsünde antropoloji ve biyoloji bölümlerinde okudum, iki farklı anabilim dalını bitirdim. Ayrıca paleontoloji ve jeoloji alanlarında birçok ders de aldım. Ardından Michigan Üniversitesinde Doğu Afrika üzerine çalışmaya başladım. İlk önce Kenya’da Richard Leakey ile ve daha sonra Tanzanya’nın kuzeyinde Richard’in annesi Mary Leakey ile çalıştım. 1981 yılında Etiyopya’da Afar çöküntüsünde Desmond Clark ile çalışmaya başladım.
Kaya: Bu konu aslında ikinci sorum ile direk alakalı. Middle Awash projesi nasıl doğdu ve siz bu çalışmaya nasıl dahil oldunuz.
White: Middle Awash’da, yani Afar bölgesinde Awash ırmağının orta kısımlarını kapsayan coğrafik alan, ilk çalışmalar 1920’li yıllarda Avrupalı araştırmacılar tarafından başlıyor. 1930’lu yıllarda İtalyan jeologlar bölgede çalışıyor ancak fosil bulduklarına dair herhangi bir kanıt yok. Neden fosil bulamadıklarını ben de bilmiyorum, muhtemelen çalıştıkları tabakalar sadece Afar taşkın yataklarını kapsıyordu. Fosiller çoğunlukla coğrafik olarak kompleks vadi ve yamaçlarda bulunabiliyor. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı sırasında herşey karışmıştı. Savaş dönemine denk gelen bu çalışmalar uzunca bir süre yayınlanamadı. Middle Awash paleontolojik bir alan olarak ilk defa 1960’lı yıllarda Fransız jeolog Maurice Taieb tarafından keşfedilmişti. Maalesef Taieb bu keşiflerine rağmen yeterince itibar görmemiştir, özellikle yeni çalışmalarda. Taieb sadece Middle Awash’ı değil bugün Afar bölgesinde ismi farklı sunulan birçok lokaliteyi de keşfetmiştir. Bütün Afar bölgesini gezmişti, bölgenin jeolojisini yazan ve fosillerini toplayan ilk araştırmacıdır. 1970’li yıllarda Taieb’e genç iki Amerikan Donald Johanson ve Jon Kalb, ve Fransız Yves Coppens katıldı. Bu ekip Taieb’in keşfettiği ünlü A’hadar lokalitesinde çalışmaya başladılar, bu lokalitenin ismi günümüzde kolay ancak yanlış teleffuz edilen ismi ile Hadar olarak bilinmektedir.  1973 yılında ilk hominid fosilini keşfettiler. Bu sıralar ben Kenya’da Richard Leakey ile birlikte çalışıyordum. 1974 yılında bu ekip A’hadar lokalitesinde çalışmak için geri döndü ve bugün dünyaca bilinen ve Johanson tarafından Lucy (Australopithecus afarensis) olarak isimlendirilen fosili keşfettiler. Bu fosil, Güney Afrika’da bulunan ve 1940’lı yıllardan beridir bilinen fosile çok benziyordu, ancak ondan biraz daha yaşlı idi, yaklaşık olarak 3 milyon yıl yaşında. O dönem, Lucy’nin jeolojik olarak gerçek yaşını bilmiyorlardı, fakat bugün bu tarihin 3.2 milyon yıl öncesine tarihlendirildiğini biliyoruz. Aynı yıllarda Etiyopya’yı yöneten HaileSelassie yıkıldı ve hükümet değişmişti. Desmond Clark, California Üniversitesi Berkeley kampüsünde arkeoloji profesörü, Etiyopya dağlık bölgelerine yakın bir yerde çalışıyordu. Çalışmalar biribinden habersiz ve karışık biçimde yürüyordu. A’hadar lokalitesinde Johansson, Coppens ve Taieb çalışılırken Middle Awash Jon Kalb tarafından az da olsa çalışıldı. Kalb’ın grubunda çalışan arkeolog Fred Wendorf aynı zamanda Desmond Clark’ın da iyi bir arkadaşıydı ve Desmond gibi Afrika’nın prehistoryasını yazmış bir arkeoloğun Middle Awash’a gelip araştırma grubuna katılmasının iyi olacağını düşündü.  Desmond Clark 60’lı yıllarda dünyanın en ileri gelen arkeologlarından biriydi. Desmond 1981 yılında beni Middle Awash’a bu bölgenin paleontolojisini çalışmam için davet etti. Donald Johansson ile Nairobi’den tanışıyordum, ve onların A’hadar’dan buldukları fosiller ile bizim Tanzanya’da bulduklarımızın çok benzer olduklarını düşünüp A’hadar hominid buluntularını 1978-79-80 ve 81 yıllarında bir seri makale ile yeni bir türe yani Australopithecus afarensis’e atfettik. Daha önce Etiyopya’da hiç bulunmamıştım, bu davet benim Etiyopya’da araştırma yapmam için bir ilkti. Desmond Clark ile Middle Awash’a arazi çalışması yapmak üzere gittik, birkaç ay çalıştık ve yeni hominid fosilleri ile birçok arkeolojik materyal keşfettik. O günden bugüne Awash nehrinin iki yakasında yaklaşık olarak 35 yıldır süren çalışmaya dönüştü Middle Awash projesi.

 Figür 1. Middle (Orta) Awash çalışma alanı.

Kaya: Bu 35 yıllık süreçte Middle Awash projesinin insan evrimine çok önemli katkıları oldu. İnsan evrimindeki önemli sorular bağlamında Middle Awash keşiflerinin katkısından biraz bahsedebilir misiniz?
White: Benim Doğu Afrika’da çalışmalara başladığım 70’li yıllarda zaten önemli sorular çalışmaların tarihsel olarak daha önce başladığı Güney Afrika fosillerinin keşfi ile zaten gündemdeydi. O dönemin en önemli soruları insan evriminde dik yürüme ve beynin evrimi ile ilgiliydi. Australopithecus afarensis keşfi bu soruları cevapladı. Tanzanya’daki Australopithecus afarensis buluntuları 3.7 milyon yıl öncesine, Etiyopya’da bulunan aynı türün buluntuları 3.4 milyon yıl öncesine tarihlendi. A. afarensis fosillerine ek olarak Tanzanya’da eşi benzeri bulunmayan ayak izleri fosillerini Laetoli lokalitesinde keşfettik. Bu keşifler dik yürümenin beynin büyümesinden daha önce evrimleştiğini kanıtladı, ancak A. afarensis’ten daha önce, daha doğrusu şempanze ve insanın ortak atasından evrimsel olarak bize yönelen çizginin erken üyeleri hakkındaki soruyu cevaplamıyordu. 1990’lı yıllarda biz bu soruya odaklandık ve bu soruyu cevaplamak istedik. Maalesef o dönem bilimsel metodların ve tekniklerin sınırlı oluşu ve Afar bölgesinin jeolojisinin çok karışık olmasından dolayı çalıştığımız tabakaların jeolojik yaşları konusunda çok emin değildik. Ancak radyometrik yaşlandırma tekniklerinin gelişmesi ile birlikte bu sorunda nispeten çözüldü. Bununla birlikte Afar çüküntüsü gibi tektonik olarak çok karışık olan bir yerin jeolojisini iyi çalışmak ve doğru okumak gereklidir. 90’lı yıllarda Middle Awash’ta sürdürdüğümüz çalışmanın insan evrmine özellikle A. afarensis’ten önce hangi türün varolduğu sorusuna cevabı Ardipithecus ramidus olmuştur. Bu tür yaklaşık olarak 4.4 milyon yıl öncesine tarihlendirilmiş özellikle şu an benzer zaman dilimine ait erken hominid türleri arasında ortak atadan evrimsel olarak bize yönelen çizginin en erken üyelerinden biridir. 1994 yılında bu türe ait ilk duyurumuzu bir makale ile yapmıştık, ancak bu türe ait keşifleri artırarak hipotezimizi daha güçlü hale geitirip bilimsel çalışmamızı sunmamız yaklaşık 15 yıl sürdü. 90’lı yılların sonunda evrimsel olarak Ardipithecus ramidus ve Australopithecus afarensis arasında yer alan Australopithecus anamensis’e ait fosiller keşfettik. Bu tür Australopithecus afarensis’in atasıydı. 2000’li yılların başlarında bu keşfin duyurusunu da bilimsel bir makale ile yaptık. Bu dönemlerde insan evirimi ile yükselen diğer bir soru ise anatomik olarak modern insan ilk ne zaman ve nerde ortaya çıktığı özellikle bazı önemli hipotezler (Afrika’dan Çıkış hipotezine karşı Çok Merkezli Evrim hipotezi gibi) bağlamında tartışılıyordu. 2003 yılında duyurusunu yaptığımız, Middle Awash’ta Herto köyü yakınlarında keşfettiğimiz ve yaklaşık olarak 165 bin yıl öncesine ait olan Homo sapiens idaltu anatomik olarak modern insanın ilk temsilcileriydi. Bu keşif aynı zamanda anatomik olarak modern insanın evrimsel kökenine dair başka soruları doğurdu, o zaman anatomik olarak modern insan nerden geliyordu, ona atalık eden türler nerdeydi? Aynı bolgede Herto köyü yakınlarındaki Bouri bölgesinde yaklaşık 1 milyon yıl öncesine tarihlendirilen Homo erectus fosillerini keşfettik. Bu keşif ise 1 milyon yıl ile yaklaşık olarak 200 bin yıl arasında hangi türler yer aldığı ve ne tür bir evrimsel değişim gerçekleştiği sorularına odaklandırdı bizi. Maalesef bu soru bugün insan evriminin en problemli ve tartışılan konularından biridir. Aslında son 600 bin yıllık bir zaman dilimi Avrupa buluntuları sayesinde Afrika’dan daha iyi biliniyor. Bunun nedeni Avrupa’da çalışmaların daha yoğun ve çoğunlukla mağara yerleşimlerinin var olmasından kaynaklı. Buluntuların ve keşiflerin çoğu neandertallere ait. Çünkü uzun bir zamana kadar modern insanlar Avrasya’ya gitmedi. Avrupa’da Neandertaller ve proto-Neandertaller yani Neandertal öncüleri yaşıyordu. Modern insanın ik ortaya çıkışı ilgili önemli soruları Afrika buluntuları cevaplıyordu, bu nedenle son 10-15 yılımızı bu soruları paleontolojik, arkeolojik ve jeolojik açılardan cevaplamaya harcadık. Bütün çalışmalarımızı tamamlayıp yayınladığımızda Middle Awash tek bir vadide insan evriminin birbirini evrimsel olarak takip eden kayıtlarını içeren eşsiz bir yer olarak kabul edileceğini düşünüyorum.

Figüre 2. Middle Awash ekibi çalışma alanına doğru yolda (Foto: Ferhat Kaya)

Dünyada birçok insanın halen evrimsel bir geçmişe sahip olduğumuza şüphe ile yaklaştığını maalesef biliyorum. Bilim kanıt temellidir ve eğer gerekli kanıt yoksa insanlar spekülasyon yapabilirler. Bu adli bir olaya benzer, eğer kanıta sahip değilseniz suçu ya da herhangi bir olayı kimin gerçekleştirdiği hakkında ancak spekülasyon yapabilirsiniz, ancak o kanıta sahipseniz, örneğin bu bir DNA olabilir, spekülasyona yer kalmaz. Paleontoloji de böyledir, o fosile sahipseniz herhangi bir spekülasyona ya da şüpheye yer kalmaz. Biz Middle Awash projesi kapsamında bu kanıtları keşfediyor ve eksik parçaları bir araya getiriyoruz. Bu kanıtlar sayesinde herkes kendi gözleri ile evrimleştiğimizi görebilir ve kendi atalarının fosillerini avuçlarının arasına alabilirler.

Figüre 3. Soldan sağa; Ferhat Kaya, Tim White, Berhane Asfaw, Yonas Bayene, Cesur Pehlevan.

Figüre 4. Soldan sağa; Ferhat Kaya, Tim White, Cesur Pehlevan. 

Kaya: Somut kanıt, ona dokunabilir ve tutabilirler.
White: Evet, gözleri ile görebilir ve elleri ile tutabilirler ve hissedebilirler. Günümüz teknolojisi bu fosillerin jeolojik olarak hangi döneme, kaç yüzyıl, binyıl ya da milyon yıl öncesine ait olduğu hakkında bilgiler verebiliyor. Bunun için sahip olmanız gereken sadece uygun volkanik kayaçlar. Middle Awash bu anlamda çok şanslı, levha tektoniğinden dolayı volkanik kayaçlar her yerde. Fosilleri keşfettiğimiz havzanın tabakaları arasında, yani fosil ve arkeolojik materyalin çökeldiği tabakalar arasında, çevrede bulunan yanardağların periyodik püskürmelerine bağlı olarak tüf tabakaları da bulunmaktadır. Jeologlar bu tüflerden örnek alıp jeolojik yaşlandırma yapabilirler. Middle Awash’ın özelliği başka bir yerde tekrar edilemeyen benzersiz fosillere sahip olmasının yanısıra benzersiz bir jeolojiye de sahip olmasıdır. Halen yayınlanmayı bekleyen birçok fosil sırada bekliyor, ve daha fazlasının bizi tabakalar arasında beklediğini umut ediyoruz.

Figüre 5. Bir hominid keşif alanı (Foto: Ferhat Kaya)

Figüre 6. Hominid keşif alanında çalışmadan bir görüntü (Foto: Ferhat Kaya). 

Kaya: İnsan evrimi konusunda sürekli yeni türler ve bu türler hakkında yeni jeolojik yaşlar duyuyoruz. Bunlar çoğunlukla Homo cinsi için muhtemel ata ya da anatomik olarak modern insanın atasına yönelik haberler. Yakınlarda Kuzey Afrika’da 300 bin yıl öncesine tarihlendirilen ve anatomik olarak modern insanın atası olabileceği ileri sürülen Jebel Irhoud (Fas) fosilleri gibi. Bu haberler bazen genel okuyucunun da insan evrimi konusunda kafasını karıştırıyor. Bu tür iddialı paleoantropoloji haberleri hakkında neler düşünüyorsunuz?
White: Yüzyıllar boyunca insanlar kendi kökenleri ve evrimlerini merak ettiler. Darwin’in zamanında bile insan evrimi hakkında karikatürler vardı, ancak bu konudaki fosil kanıtlar çok azdı. Darwin’in bile bazı yorumları ve tahminleri hatalıydı. Yeni kanıtlar ve veriler geçmişte yapılan çalışmaların ya da saptamaların hatalarını ve eksikliklerini ortaya çıkarmakta ve bunları düzeltmemiz için yeni fırsatlar yaratmaktadır. Bu bilim ve bilim bu şekilde işler. Bugün yeni olan nedir, araştırmaların ve fosil kanıtların artması. Ancak beraberinde yeni iletişim ve sosyal medya teknolojilerinden dolayı her bilimsel bilginin henüz bilim ortamlarında yeterince tartışma ve eleştirme şansı olmadan dijital ortamda yayılım ve dolaşım hızının çok yüksek olması. Bilginin hızlı bir biçimde bireylere ulaşması önemli ancak o bilginin hangi kanallar aracılığı dolaşımda olduğu ve ne kadar içerik erozyonuna uğradığı da ciddi bir sorun.  Bu sorun özellikle dijital ortamda “sahte haberlerin” hzılı bir şekilde artmasına neden olmaktadır. Sahte haberlerin çoğaltılarak yayılması aynı zamanda bir online kültüre dönüşmüş durumda. Ek olarak özellikle birçok bilimsel çalışma “bizim keşfimiz önemli, hatta diğer keşiflerden daha önemli” gibi gereksiz ve bilimsel olmayan yaklaşımlar bilimin medyatikleşmesi ve sosyal medya gibi iletişim alanlarında manipülasyona açık hale gelmesiyle sonuçlanmaktadır. Diğer bir sorun ise özellikle bilimsel çalışmaların daha fazla finansal kaynak elde edilebilmesi için medya değeri taşıması bir zorunluluk haline gelmiş durumda.  Bu nedenle bilim insanları çoğunlukla kendi keşiflerini “bugüne kadar bulunmuş diğerlerinden çok farklı bir yeni tür keşfettik” iddiası ile medyaya seslenmektedirler. Elbette her keşif diğerinden farklı, her fosil diğerinden farklıdır. Farklı bireylere ait fosiller birbirinden elbette farklıdır, çünkü bir toplumda bireyler tür içi çeşitlilikten dolayı birbirlerinden farklıdırlar. Eğer Addis Ababa’da caddeden iki insanı alsan ve iskeletlerini incelesen birçok farklılıklar bulursun. Bu farklılıklar onların farklı türler olduğu anlamına gelmez, her ikisi de Homo sapiens bireyi. Anladığım kadarı ile birçok bilim insanı normal olan morfolojik çeşitliliği yaptıkları çalışmanın etki değerini artırmak için bilimsel kriterlerin yanı sıra medya kriterlerini de dikkate alıyorlar. Böylece birçok türden oluşan ve karmaşık bir çalıya benzeyen soy ağacına sahip oluyoruz. Ben insan evriminin ve soy agacının çok karmaşık bir çalıya benzediğini düşünmüyorum. Eğer çalı gibi görünen bir soy ağacı görmek istiyorsan farelerin, kuşların ve balıkların soy ağacına bak. Ancak araştırmacılar, özellikle de her buldukları fosile yeni tür ismi vermeye çalışanlar insanın soy ağacının karmaşık bir çalı gibi göründüğü imajını yaratarak yani insan evriminde aynı anda birçok farklı tür yer aldığı algısını oluşturarak toplumu yanlış yönlendirmekteler. Muhtemelen bu araştırmacılar tür içi morfolojik çeşitliliğin ne olduğu ve bu çeşitliliğin genişliğinin ne kadar olabileceği hakkında pek bir fikirleri yok. Birçok araştırmacı insan evriminde 20-30 ya da 40 farklı tür olduğuna inanıyorlar. Böyle olduğunu düşünmüyorum. Türler arası ve tür içi morfolojik çeşitlilikleri farkında olarak ya da farkında olmaksızın yanlış yorumladıkları kanaatindeyim. Yaşayan şempanzeler, orangutanlar ya da goriller ve hatta günümüz insanlarında tür içi morfolojik çeşitliliğin genişliğini bilmiyorlar. Bunu bilmek çok yoğun ve kapsamlı karşılaştırmalı anatomi ve morfoloji çalışması gereketiriyor. Günümüz araştırmacıları kendi çalışmalarını bir an önce yayınlayarak gündemde bir etki yaratmak istiyorlar. Belki de biliyorlar, ancak yeni tür duyurmanın medyatik cazibesi daha fazla etki ediyor olabilir. Örneğin, eğer şu şekilde bi sonuç elde etseler: “Araştırmalarımız sonucunda Lucy’nin (Australopithecus afarensis) bir başka üyesini bulduk”. Bunun medyatik bir haber değeri yok, CNN ya da BBC’de haber olmayacak.

Figüre 7. Bir hominid keşif alanında Dr. Tim White hominid fosilini çıkarıyor (Foto: ferhat Kaya).

Kaya: Peki bilimsel methodoloji yani araştırmacıların bilimsel problemlerini çözmek için kullandıkları yöntem ve metotlar bu tür hataların yapılmasını sınırlandırmıyor mu?
White: Bu tür taksonomik yani yeni tür isimlendirme problemlerinin oluşmasına zemin hazırlayan metot kladistiktir. Bu metot araştırmacının tanımlamaya çalıştığı fosili soy ağacında uygun bir yere koyabilmesi için türün evrimsel olarak öncülleri ve ardılları temelinde türemiş ve ilkin karakterlerini kendince belirleyip, buna göre yeni soy ağacı önermesi ve türün istatiksel olarak yeni ve ya da mevcut bir türe ait olmasını ileri sürmesi ile sonuçlanır. Genel olarak birçok evrimsel biyoloji araştırmacısı kaldistik analizi kullanır. Bu analiz temel olarak iki aşamaya dayanır. İlki, bir türün evrimini çalışırken dikkat etmeniz gereken yeni evrimleşmiş karakterleri tanımlamaktır, örneğin eğer insanları ve kertenkeleleri karşılaştırıyorsanız her ikisi de her uzuvda  5 parmağa sahiptir, bu karakter yani 5 parmaklı olma durumu ilkin bir karakterdir, yeni değil. Yeni olan karakter aslında atlarda, atlar tek parmakları üzerinde çevremizde dolaşıyorlar. Bu inanılmaz. Diğer parmaklar nereye gitti. Bununla birlikte Türkiye’nin Geç Miyosen döneme (11.2  ile 5.3 milyon yıllar arasında kalan jeolojik dönem) ait Hipparion adıyla bildiğimiz atlar ise 3 parmağı üzerinde yürüyordu. Bu atlar iki dış parmaklarını yitirdiler. Bu parmaklar nereye gitti? Eğer bu evrimsel değişimi anlayabiliyorsan biyolojiyi anlayabiliyorsun demektir. Kladistik analizin bu kısmı evrimsel değişimin hangi karakterler üzerinden bir türden diğerine evrimleştiğini ya da iki tür arasındaki evrimsel ilişkiyi anlamak için faydalı. İkinci kısım ise tanımlanan türü isimlendirme ile ilgili. Bu kısımda tanımladığınız karakterlerin tür-içi ve iki yakın tür arası morfolojik çeşitlilikteki yeri ve evrimsel durumu önemli. O karakterlerin sahip olduğunuz fosil koleksiyonda kaç birey tarafından paylaşıldığı ya da paylaşılmadığı  da önemli. Aksi takdirde erkek ve dişi bireyler arasındaki morfolojik farklar bile yanlış tanımlamalara neden olabilir. Genelde araştırmacıların çok küçük bir koleksiyon üzerinden yaptıkları isimlendirmeler problemler yaratıyor. Biz bulduğumuz hominid fosillerinin sayısını artırmak ve birkaç bireyden ziyade bir topluma ulaşmak için uzun yıllarımızı harcıyoruz. Ardipithecus bunun en güzel örneğidir.

Figüre 8. Tim White yüzey araştırması yapıyor (Foto: Ferhat Kaya).

Biz insan evrimini anlamaya çalışıyoruz, hangi türler birbirlileri ile ne tip bir evrimsel ilişkiye sahip. Eğer fosilleri farklı isimler ile birçok yeni türe ayrıştırırsak alacağımız sinyal bizi yanıltacaktır. Ben öğrencilerime isimler ile ilgili karışıklıkları ihmal etmeleri ve falza düşünmemelerini, isimlerden ziyade evrimi anlamaya çalışmalarını öneriyorum. Bir türün evrimi o türün isminden daha önemlidir, örneğin günümüzde tek bir hominid türü hayatta kalmıştır, o da bizleriz: Homo sapiens. Ancak ben “hominid” terimini taksonomik olarak insan ve onun dik yürüyen atalarını kapsadığı biçiminde kullanıyorum. Günümüzde birçok araştırmacı insan, şempanze, goril ve orangutanı ortak bir taksonomik grupta “hominin” altında sınıflandırmaktadır. Kladistik analiz ve aşırı yeni tür isimlendirme çabaları sınıflandırma ve taksonomide karışıklıklara yol açmaktadır.
Kaya: O zaman bilimsel çalışmaların güvenilirlik problemi mi var? Özellikle evrim kuramı gibi toplumun gerek dini gerekse politik manipülasyonlar nedeniyle “inanıp-inanmamak” gibi ikilemde kaldığı bir konuda bilim insanları da medyanin ve popülarizmin kurbanı oluyorlarsa işimiz zor!
White: Bu daha çok günümüzde bilimin finansal kaynaklarının söz sahipleri ve bu finansal kaynaklara ihtiyacı olan bilim insanlarının duruşları ile ilgili. Bu durumun önüne geçmek için Middle Awash’ta biz büyük medya kuruluşlarından gelen finansal kaynakları asgariye indirdik. Çoğunlukla üniversite, devlet organları ve bilimsel vakıflardan aldığımız kaynaklar ile araştırmalarımızı yürütmeye çalışıyoruz. Bu kaynaklar yeterli oluyor mu, elbette hayır ancak böylece hiçbir medya kuruluşunun dergi ya da gazete kapaklarını süslemek ve onların istediği medya etkisini oluşturmak için bilimi kurban etmek zorunda değiliz. Bilimin problemlerini yine ve ancak bilim insanları çözebilir. Öncelikle şunu güçlü bir biçimde vurgulamak isterim, yeni türler var ve yeni tür fosilleri keşfediliyor, bu konuda şüphe yok.  Ek olarak, insan soy ağacının tek bir çizgiden oluştuğunu öneren eski hipotez 1950’lerden itibaren yanlışlanmıştır. Bununla birlikte yeni ata türler keşfetsek de insanın soy ağacında çok farklı evrimsel çizgilerin bu yeni insan atası türlerine nasıl evrimleştiği konusunu da pek bilmiyoruz. Halen bu sorular üzerine çalışıyoruz ve çalışılması gereken konulardır.
Kaya: Bu bilgiler için teşekkürler. Şimdi konuyu biraz değiştirip Afrika’dan Türkiye’ye getirmek istiyorum. Türkiye’de daha önce çalıştınız ve halen süren ortak çalışmalarınız var. İnsan evrimi bakımından Türkiye’nin paleontolojik önemi nedir?
White: Fosil kayıtlarda zamana bağlı kronolojik devamsızlıklar olduğu gibi coğrafik devamsızlıklar ve eksiklikler de vardır. Örneğin, insanın evrimine dair Java’dan (Endonezya) birçok kanıta sahip iken çeşitli nedenlerden dolayı Hindistan’ta çok kanıtlara sahip değiliz.
Kaya: Araya girdiğim için özür dilerim, Türkiye’ye coğrafik yakınlığı bakımından Gürcistan da iyi bir örnek olabilir.
White: Evet, Gürcistan’da yakın tarihe kadar insan evrimine dair herhangi bir kanıt yoktu, ancak bulunan bir lokalite bizlere birden Afrika dışında erken hominidlerin 1.8 milyon yıl öncesine tarihlendirilen en eski kayıtlarını verdi. Takip eden yıllarda Gürcistan’da daha çok hominid fosillerinin bulunduğunu hepimiz duyduk. Bütün bunlar 1980 ve 90’lı yıllarda oldu ve halen devam ediyor. Bütünüyle doğru insanların doğru bir yaklaşımla doğru zamanda doğru yerde olması ile ilgili. Türkiye’de durum biraz farklı, Turkiye’nin jeolojisi ve tektonizması Afrika’dan hatta Gürcistan’dan farklı. Anadolu kıtalar arasında farklı levhaların tektonik hareketleri sonucu oluşan havzaları içeriyor ve bu havzalar farklı jeolojik zamanlara ait çökeller ve o dönemin yaşam formlarına ait fosiller içeriyor. Türkiye aktif tektonizmanın olduğu bir bölge, Türkiye’nin jeolojik tabakaları bir baştan diğerine uzanan büyüklü küçüklü birçok fay sistemi ile sürekli kırılıyor. Trans-Anatolia fayı Californiya’daki San Andreas fay sistemine çok benziyor. Turkiye’de muthiş bir Miyosen (23.5 ile 5 milyon yıllar arasını kapsayan jeolojik dönem) fosil kaydı var. Özellikle 15-7 milyon yılar arasında kalan döneme ait fosil memeli faunaları Dünya’daki en iyi kayıtları temsil etmektedir. Bu bulunan bütün fosil hayvan kalıntılarını çalışmak için çok güzel fırsatlar sunmaktadır. Bunların arasında primat buluntuları da yer almaktadır. Bu fosiller Çandır, Paşalar, Çorakyerler ve Sinap gibi lokalitelerden bilinmektedir. Özellikle İç Anadolu havzası Miyosen fosilleri bakımından zengin ve iyi temsil edilmektedir, ancak Pliyosen ve Pleyistosen dönemlere ait çökellerin ve sistematik çalışmaların azlığı bu dönemler için aynı şeyi söylemeyi zorlaştırmaktadır. Bu hem jeolojik bir şansızlık hem de Türkiyeli araştırmacıların özellikle fosil memeliler konusunda süregelen alışkanlıklarının devam ediyor olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum Türkiye’de hominidlerin bulunamayacağı anlamına gelmiyor, sadece fosilleşme ve korunma şanslarının düşüklüğü düşünülebilir. Türkiye’de Miyosen dönemde Griphopithecus, Kenyapithecus, Ankarapithecus ve Ouranopithecus gibi kuyruksuz büyük maymunlar bilinmektedir. Örneğin, yıllar önce Prof. Dr. Erksin Güleç ve ekibi ile birlikte çalıştığımız yaklaşık olarak 1 milyon yıla yakın bir yaşa tarihlendirilen Konya-Dursunlu lokalitesindeki çalışmalar çok önemli arkeolojik kanıtlar sağlamıştır. Bu kanıtlar bu dönemde hominidlerin Anadolu’da yaşadığının kanıtıdır. Ayrıca yakın bir dönemde Batı Anadolu’da Yunanistan’da bulunan Petrolana kafatasına benzeyen bir hominid duyuruldu, Homo erectus benzeri bu kanıt da hominidlerin Anadolu’da yaşadığının önemli kanıtlarıdır. Ayrıca Turkiye’de birçok bölgeden de bu dönemlere ait arkeolojik kanıtlar vardır. Dursunlu lokalitesinde bulduğumuz kanıtlar bu insanların ürettikleri taş aletleri kullanarak büyük boyutlu kuşları yediklerini göstermektedir. Maalesef Dursunlu’da bu aletleri üreten insanlara ait fosilleri bulamadık. Ancak bu hiçbir zaman bulunamayacağı anlamına gelmez. Middle Awash’ta biz daha önce araştırdığımız lokaliteleri tekrar ve tekrar ziyaret eder, dış etmenler ile yeniden aşınan bölgeleri kontrol eder ve yeni bir bakış açısı ile araştırırız. Bu nedenle Türkiye’de de daha önce kazılmış ve araştırılmış alanlar yeniden farklı bakış açıları ve stratejiler ile araştırılabilir. 1.8 milyon yıl öncesine tarihlendirilen Gürcistan keşifleri de Anadolu’da hominidlerin var olduğunu zaten düşündürmektedir. Tesadüf eseri mermer ocağı ve şantiye işçilerinin bulduğu fosilleri bir kenara bırakırsak hedefe yönelik sistematik çalışmar ile hangi araştırma ekibi nerde bu fosilleri bulacak bence önemli bir soru. Bu tür keşifler ancak bölgenin jeolojisini iyi bilen arazi çalışmasında kalifiye ve deneyimli ekipler ile gerçekleşebilir. Etiyopya’da yıllardır yapmaya çalıştığımız ve izlediğimiz strateji de budur. Ayrıca Etiyopya’da bulduğumuz fosillerin küratorlüğü için altyapı geliştirdik, en önemlisi de jeolojik, paleontolojik, ve arkeolojik kaynakların fonksiyonel kullanımı açısında  kalifiye kadın/erkek gücü geliştirmektir. Böylece özellikle yerelde bilim insanları araştırmalarını sürdürebilir ki bunun da lokal etkisi çok önemlidir. Middle Awash projesi kendi tarihi sürecinde önemli Etiyopyalı bilim insanlarının yetişmesinde ciddi rol oynamıştır. Selashi Semaw, Yonas Beyene, ve Yohannes HaileSelassie gibi Middle Awash projesi ile kendi akademik kariyerlerine başlamış ve nihayetinde kendi araştırma projelerini oluşturup birçok önemli keşife imza atmıştır. Temelleri sağlam olan, katılımcılara uygun koşulları sunabilen ve ayrıca doğru yönetilebilen projeler büyük keşiflere daha rahat ulaşmaktadır. Ben Türkiye’nin böyle bir süreç içerisinde olduğuna inanıyorum ve büyük keşiflerin yapılabileceğine düşünüyorum. Arazi çalışmaları zordur, çok miktarda finansal kaynak ve devlet izni gerektirir. Anadolu’nun uygarlıklar tarihi inanılmaz, müthiş, aynı zenginliği paleoantropoloji alanında da görmek büyüleyici olur.

Figüre 9. Tim White ve Yonas Bayene bir taş aleti inceliyor. 

Kaya: Tim zamanımız daralıyor, birazdan dolmuştan inmek zorundayız. Son olarak Türkiye’deki paleoantropoloji ve paleontoloji öğrencilerine önereceğin birşeyler var mı?
White: Kendi öğrencilerime her zaman önce kendimiz olabilmeyi öneririm. Önce kendileri olmayı, ne isteyip ne istemediklerini bilmeleri gerekiyor. Eğer paleontolog olmaya gerçekten karar verdilerse jeoloji, paleontoloji, biyoloji ve arkeoloji alanlarında kendilerini yetiştirmeleri gerekiyor. Bu alanlardan birini diğerine tercih etme şansları yok. Bu bilimleri anlamadan ve öğrenmeden paleoantropolog/paleontolog olamazsınız. Bu çok uzun zaman ve yoğun çalışmayla birlikte çok önemli arazi eğitimi ve deneyimi gerektiriyor. Bu nedenle okuyabildikeri kadar okuyup, hocalarından ve diğer arkadaşlarından öğrenebildikleri kadar öğrenip ve yapabilecekleri kadar deneyim kazanmaları şart. Günümüz iletişim çağında artık kaynaklara ulaşmak çok zor değil.



Ferhat Kaya
Helsinki Üniversitesi, Yer Bilimleri ve
Coğrafya Bölümü