Merhabalar! Aşağıda sizlerle paylaşmış olduğum yazı Kebikeç Dergisi'nin 41. sayısında yayınlanmış olan "Çevresel ve Paleoiklimsel Faktörlerin Etkisinde Doğu Afrika'da İnsanın Evrimi" başlıklı makalenin kısaltılmış versiyonu olmakla birlikte Bilim ve Gelecek Dergisinin 148. sayısında "İnsanın Evriminde Çevresel Faktörlerin Etkisi" başlığı ile yayınlanmıştır. Daha fazla okura ulaşması düşüncesi ile blogta paylaşmaya karar verdim. Bu makalenin daha detaylı ve kapsamlı versiyonuna burdan ulaşabilirsiniz. İyi okumalar!
Darwin, Türlerin Kökeni eserinde insanın –doğanın bir
parçası olarak– diğer canlılarla ortak bir kökenden evrimleştiğini belirtse de
özel olarak insan evriminden bahsetmez. Darwin’in yaşadığı dönemde keşfedilen
insan atası fosilleri sadece Neandertaller ile sınırlıydı. 1840’lı yılların
sonlarında Almanya’da Neander vadisinde ve Gibraltar’da Homo neanderthalensis türüne ait iki kafatası keşfedildi. Darwin’in
Türlerin Kökeni’nde bu fosillerden bahsetmeyişi ya fosilleri görmediği ya da çok
bilinen açıklama ile spekülasyondan uzak durmayı tercih ettiği şeklinde
açıklandı. Ancak Michael Balter (2009) yayınladığı
bir raporunda, 1864 yılında Gibraltar’a neandertal kafatasını görmek için Darwin’in
gitmek istediğini fakat rahatsızlandığı için gidemediğini, buna karşın Charles
Lyell ve Hugh Falconer’in bu kafatasını Darwin’e görmesi için getirdiklerini
belirtir. Darwin 1871 yılında yayımlanan İnsanın Türeyişi çalışmasında bu
kafatasından insanın ilkin bir formu olabileceği şeklinde çok kısa bahseder. Darwin’in
neandertal kafatasını gördüğü ileri sürülen 1864 yılında başka bir ilginç olay daha
gerçekleşir; Alfred Wallace Darwin’e Anthropological Review dergisinde
yayımlanan insanın kökeni ile ilgili çalışmasını okuması için gönderir. Darwin
bu çalışmada bazı noktaları kabul etmese de çalışmayı bir bütün olarak dahice
bulur. Wallace’ın neandertal kafatası hakkındaki yorumu ise dikkat çekicidir: “Neandertal kafatası yaşayan insanların aşağı
bir ırkı olabilir, tıpkı modern zamanın en aşağı formu olan Avustralya aborjinleri
gibi” (Wallace, 1864). Bu yorumdaki önemli nokta sadece insanın
biyoçeşitliğine karşı dönemin indirgeyici söylemini yansıtması değil,
neandertal kafatasının daha önce yorumlandığı şekilde modern insanın patolojik
bir örneği olarak değerlendirilmemiş, farklı ve ilkin morfolojiye sahip bir
akrabası olarak tanımlamış, yani evrimsel/filojenetik bir açıklama ileri sürülmüş
olmasıdır. Bu durumu her zaman Darwin’in gölgesinde kalan Wallace’in hanesine
bir başka artı olarak ekleyebiliriz. Darwin İnsanın Türeyişi eserinde Afrikalı
kuyruksuz büyük maymunlar (şempanze ve goril) ile insanın ortak bir atayı
paylaştığını ve insanın dik yürüme yeteneğinin çevresel şartlarla olan
bağlantısını vurgulasa da daha çok modern insanın sosyal davranışlarının kökeni
ve seksüel seçilimin önemi gibi konular üzerinde durur. Darwin’in 145 yıl önce yazdığı bu eseri bugün
yazsaydı elbette daha farklı olurdu. O günden günümüze sayısı oldukça artmış
fosil buluntular, farklı disiplinlerin geliştirdiği verilerin çeşitliliği,
neredeyse her hafta yayımlanan yüzlerce bilimsel makale, kitaplar ve organize
edilen bilimsel toplantıların katkısı ile bilimsel bilginin bu denli ilerlemiş
olmasından mutlaka etkilenirdi. Bu kadar hızlı ve çeşitli bilimsel üretime ve
gelişime rağmen Darwin’i peşinden sürükleyen büyük sorular ile güncel olarak
bizlerin aydınlatmaya çalıştığı soruların aşağı yukarı halen benzer olması da
şaşırtıcı olabilir. Elbette bugün
sorulara karşı çözüm metodolojilerindeki yüksek çözünürlük kesinlikle Darwin’in
hayal bile edemeyeceği düzeyde. Darwin’in öngördüğü insan, şempanze ve gorilin
ortak atasının hangi zaman aralığında yaşamış olabileceğini ve ne tür bir
morfolojiye sahip olduğunu tahmin ediyor olsak da bu türe ait olduğuna emin
olduğumuz herhangi bir fosil henüz bulamadık.
Bilinen en eski insanımsı (=hominin) fosili yaklaşık
olarak 7-6 milyon yıl öncesine tarihlendirilmektedir (Lebatard ve diğ., 2008;
Simpson ve diğ., 2015). Genetik çalışmalar insan ve şempanze ayrımını yine
fosil kayıtların önerdiği tarihe uyumlu bir zaman aralığında önermektedir; 8-5
milyon yıllar arası (Langergraber ve diğ., 2012). Son 30 yıldır yeni 11 tür ve 4
cins soy ağacımıza eklendi ve neredeyse her geçen yıl yeni bir tür ismi
öneriliyor. Yeni tür isimlendirilmesinin birey düzeyinde az sayıda fosil
buluntu tanımlanarak yapılması birçok taksonomik problemi de beraberinde
getiriyor. Bununla birlikte Dmanisi (Gürcistan), Atapuerca (İspanya) ve Hadar
(Etiyopya) gibi bazı lokalitelerde fosil buluntuların çoğalması özellikle
popülasyon düzeyinde tür içi morfolojik varyasyon aralığının daha iyi
analaşılabilmesini sağlamıştır. Aynı zamanda jeolojik tarihlendirme
metotlarının ve teknolojilerinin gelişmesi de kronolojik olarak lokalitelerin
zaman skalasında yerleşimini ve bu lokalitelerde bulunan fosillerin
fenotiplerinin zamana göre dağılımının kurgulanabilmesinin de yolunu açmıştır. Şekil
1’de insan evriminde rol almış önemli türlerin yer aldığı soy ağacını ve yine önemli
çevresel ve evrimsel değişimleri, ayrıca Şekil 2’de ise Doğu Afrika’da önemli
fosil türlerin buluntu alanlarının coğrafik pozisyonlarını görebilirsiniz.
Şekli 1. İnsan evriminde rol almış önemli türlerin yer aldığı soy ağacını ve yine önemli çevresel ve evrimsel değişimler. |
Fosil kayıtlar insan evriminde 5 farklı aşamanın
varlığını gösteriyor (Şekil 1). Bunlar, (1) 4 ile 7 milyon yıllar arasında
yaşamış ve erken insanımsılar olarak tanımlanan Sahelanthropus, Orrorin ve
Ardipithecus cinslerinin üyeleridir, (2) 4 milyon ile
yaklaşık 1 milyon yılları arasında yaşayan Australopithecus
cinsinin üyeleri, (3) 2.5 ile yaklaşık 1 milyon yıl arasında yaşamış olaniri
yapılı olan Paranthropus türlerinin ortaya
çıkışı, (4) Australopithecus ve Homo arasındaki morfolojik özelliklere
sahip olan ancak taksonomik olarak Homo
cinsi altında sınıflandırılan türler, ve
son olarak (5) Homo cinsinin ortaya
çıkışı, takibinde yaklaşık 800 bin yıl önce (burdan itibaren byö kısaltmasını
kullanacağım) Homo antecessor 600byö Homo
heidelbergensis türü ile 200 byö
anatomik olarak modern insanın yani Homo
sapiens’in ortaya çıkışı şeklinde sıralanabilir (Şekil 1C). Sahelanthropus dışında bu dört grubun
öncül üyelerinin hepsi günümüz Doğu Afrika’sında keşfedilmiştir (Şekil 2).
Sahelanthropus
tchadensis Çad bölgesinde Djurab çölünde bulunan ve
yaklaşık 7 milyon yıl öncesine (burdan itibaren myö kısaltmasını kullanacağım)
tarihlendirilen, bilinen ilk bipedal insan atası (Wood, 2002). Bu türe ait sadece
kafatası buluntuları mevcut, kafatası hacmi yaklaşık şempanzeninki ile eş değer
ve şempanze ile insanımsı arası mozayik özellikler gösteriyor. Kafatası altında
foramen magnum deliğinin pozisyonu dik yürüyebildiğini önerse de buluntuların
sadece kafatası ile sınırlı olması bu türün hareket biçiminin anlaşılmasını
güçleştiriyor. Orrorin tugenensis
(Tugen Tepeleri, Batı Kenya) yaklaşık 6 myö’sine tarihlendirilen diğer bir
erken insanımsı (Senut ve diğ., 2001). Bu türe ait fosil kalıntıların çok
parçalı oluşu özellikle taksonomik pozisyonu ve davranışları hakkında
tartışmalı bir durum yaratmaktadır. Diğer bir erken insanımsı ise Ardipithecus cinsinin en erken üyesi
olan Ardipithecus kadabba
(HaileSelassie ve diğ., 2004). Bu türe ait buluntular da çok parçalı, sadece
birkaç diş parçası ve iskelet kalıntılarından oluşuyor. Fosilin jeolojik yaşı
yaklaşık 5.5 myö’sine tarihlendirildi. Yine bu cinsin en iyi bilinen türü olan Ardipithecus ramidus daha erken bir
döneme (4.4 myö) tarihlendirildi ve çok sayıda fosil kalıntısına ulaşıldı. Ardipithecus şempanze ile benzer bir
beyin hacmine sahip ve dişlerinden yapılan analizler onun hepçil bir diyeti
benimsediğini gösteriyor. Bu fosil tür dik yürüyebilmesine rağmen bu konuda çok
başarılı değildi, zamanının uzun bir kısmını muhtemelen ağaçta geçiriyordu
(White ve diğ., 2009). Ar. ramidus’a
eşlik eden fauna nemli ve ağaçlık-orman bitki örtüsünün olduğu bir habitatı
işaret etmektedir.
Şekil 2. Doğu Afrika'da fosil türlerin bulunduğu lokaliteler. |
Australopithecus cinsine ait ilk üye yaklaşık olarak 4 myö ortaya çıkan
ve Kanapoi lokalitesinde keşfedilmiş (Kenya) Australopithecus anamensis türüdür. Bu cinsi karkaterize eden
özellik dik yürümede daha yetkin olmasına rağmen ilkin kafatası özelliklerine
sahip olmasıdır. En iyi bilinen türü Lucy kod adı ile bildiğimiz Hadar
(Etiyopya) lokalitesinden bulunan Australopithecus
afarensis’tir. Bu türe ait neredeyse tam bir iskelet bulunmuştur. İlk
olarak 3.9 myö ortaya çıkmış olan bu
türün neredeyse bir milyon yıl kadar soyu devam etmiştir. Australopithecus cinsi Güney Afrika’da ilk olarak Australopithecus africanus türü ile
temsil edilir ve Au. afarensis’e göre
daha türemiş özelliklere sahiptir. Australopithecus
cinsinin son üyeleri arasında Doğu Afrika’da Australopithecus garhi (2.5 myö) ve Güney Afrika’da Australopithecus sediba (2 myö) türleri
bilinir. Bu son iki tür daha sonra gelen Homo
cinsine evrimsel yakınlık bakımından en türemiş özelliklere sahip olanlardır. Australopithecus’lar ile aynı dönemde ve
habitatlarda yaşamış farklı bir cins ise Paranthropus’lardır.
Bu cinsin üyeleri robust morfolojiye sahiptir ve çoğunlukla otçul bir diyeti
benimsemişlerdir. Doğu Afrika’da Paranthropus
aethiopicus (2.5 myö) ve Paranthropus
boiesi (2.3-1.2 myö), Güney Afrika’da ise Paranthropus robustus (1.8-1.2 myö) türleri ile temsil edilir.
Homo cinsine ait türlerin ilk ortaya çıkışı bulunan taş
aletlerden dolayı yaklaşık 2.5 myö’sine atfedilse de önemli fosil kanıtlar
1.8-1.9 myö’sine tarihlendirilen çökellerde bulunmuştur. Homo habilis cinsin ilk üyesi olarak bilinir ve Australopithecus benzeri bir vücuda
ancak görece biraz daha büyük kafatası hacmine sahiptir. Bu türün Australopithecus ya da Homo cinsinden birine dahil edilmesi
konusunda halen kesin bir konsensus oluşmamıştır. Buna rağmen alet üretimini Homo cinsine atfeden tarihsel gelenek bu
türü taksonomik olarak halen Homo
cinsinin sınırları içerisinde tutmaktadır. Homo
cinsinde büyük morfolojik değişiklik Homo
erectus türü ile karşımıza çıkar. Bu türün vücut iskeleti, Homo
habilis’ten ya da Australopithecus’tan
daha çok bize yani modern insana (Homo
sapiens) benzer. Fosil verilere dayalı demografik çalışmalar Homo erectus topluluklarında gelişmenin
yavaşladığı ve doğum aralıklarının azaldığını göstermektedir. 600 byö Homo heidelbergensis’in ortaya çıkışı ve
200 byö’sinde anatomik olarak modern vücut biçiminin kazanılması yani Homo sapiens’in evrimleşmesi ile
birlikte insanın evrim süreci biyolojik olarak bugün sahip olduğumuz mevcut
durumunu kazanmıştır diyebiliriz. İnsanın kültürel evrimi bu yazının direk
konusu olmadığı için gerekli ağırlık verilmedi, ancak özellikle Homo erectus’tan günümüze beyin hacminin
evrimi ve kafatası morfolojisindeki küçük değişiklikler dışında büyük bir
biyolojik evrimsel değişiklik görülmez iken kültürel alanda insanın devrimsel
değişimler yarattığı aşikardır. Ayrıca modern insanın evriminde önemli rol
oynayan buzul ve buzul çağları arası dönemler, özellikle Avrasya’da insanın
evrimi bu yazının sınırları dışında kaldığı için değinilmemiştir.
İnsan evriminde iki farklı cinsin türlerinin bir arada
bulunduğu ve çeşitliliğin en yüksek noktasına ulaştığı dönem 1.8 ve 1.9 milyon
yıllar arasıdır (Şekil 1). İri yapılı Paranthropus
türlerinin yanı sıra Homo cinsinin
ilk üyeleri bu dönemde görülür. Homo
cinsinde beyin büyüklüğünde önemli artış ve aynı zamanda Homo cinsinin Afrika (Rift Vadisi) dışına göçü de bu dönemde
gerçekleşir. Beyin büyüklüğünün artması aynı zaman yaşam biçiminde ve ritminde
de değişiliklere neden olur. Büyüklüğü artmış olan beyin aynı zamanda vücudun
en çok enerji tüketen organı olarak da beslenme alışkanlığında değişimi zorlar
ve özellikle hayvansal proteinlerin daha çok diyete katıldığı bir dönemin
başlangıcını önerir. Kalça kemiklerinin morfolojisinde büyük beyinli bebeklerin
sağlıklı doğabilmelerini avantajlı kılan önemli değişimler görülür. Bütün bu evrimsel
değişimler aynı zamanda üretilen farklı alet teknolojileri sosyal organizasyon ve
davranışlarda da önemli değişimleri beraberinde getirir. Bu yetenekler yeni
habitatlara göçü ve uyum esnekliğini de geliştirir. Diğer taraftan iri yapılı Paranthropus’lar daha özel bir yaşam biçimine
uyum sağlamıştır. Kafatası, çene ve diş morfolojileri ve özellikle dişler
üzerinde yapılan mikro-aşınma analizleri Paranthropus’ların
sınrılı bir besin repertuarını içeren çok özel bir diyete uyum sağladıklarını
işaret etmektedir. İki farklı insan atası cinsi ve iki farklı evrimsel strateji
karşımıza çıkar. Homo cinsi daha
esnek ve genel yaşam stratejisine sahipken Paranthropus
daha özel bir strateji benimsemiştir. Yaklaşık 1.2 myö Paranthropus’ların soyları tükenirken Homo cinsinin üyelerinde beyin büyüklüğü ve genel vücut anatomisi 800 byö Homo antecessor, yaklaşık 600 byö Homo heidelbergensis ve 300 byö Homo
neanderthalensis ile modern insana gittikçe benzeyen bir eğilim ile devam
etmiş ve nihayetinde 200 byö anatomik olarak modern insanın ortaya çıkmasıyla
günümüz morfolojisini kazanmıştır.
Çevresel ve İklimsel Değişimler
Evrimi Kontrol Eder!
Son 10 milyon yıl içerisinde Afrika’da gerçekleşen iklim
değişimleri ve çevresel şartlar insan evriminin anlışabilmesinde önemli
araçlardır. Özellikle Geç Miyosen (11-5.3 myö), Pliyosen (5.3-2.5 myö) ve
Pleyistosen (2.5-0.01 myö) dönemler boyunca Afrika’nın paleoiklimi tektonik ve
volkanik aktiviteler, küresel/atmosferik değişimler ve dünyanın yörüngesindeki
hareketlerinden kaynaklı meydana gelen bölgesel iklim değişimleri tarafından
kontrol edilmiştir. Özellikle Afrika’nın gerek atmosferik gerekse nehir ya da
göl sistemlerindeki su döngüsünü kontrol eden hidro-iklimi, bitki örtüsünü ve özellikle otlakların
evrimini, memeli faunlarındaki çevrimleri ve nihayetinde insan evrimini biçimlendiren
abiyotik faktörlerdir. Bu konudaki güncel anlayış, Afrika’nın paleoikliminde
Geç Miyosen dönemle başlayan genel serinleme eğiliminin ardışık olarak farklı
periyotlarda gerçekleşen kurak-sulak fazlar ile kesildiği şeklindedir. Bu
kurak-sulak evrelerin ise yörüngesel hareketlerin değişimine bağlı olan Walker
Sirkülasyonu’nun yoğunlaşması, Kuzey Yarımküre Buzullaşması’nın başlaması ve
Orta Pleyistosen Devrimi ile kontrol edildiği önerilmektedir (Şekil 1). Bunun
nedeni ise küresel serinleme eğiliminin Kuzey ve Güney Yarımküre’de üst
enlemlerde buzullaşmayı yoğunlaştırması ile yüksek basıncı artırması ve muson
yağış sistemini kontrol eden ITCZ (Intertropical Convergence Zone) rüzgarlarını
baskılamasıyla birlikte Doğu Afrika’nın iklimi, dünyanın kendi etrafında
dönüşlerindeki rotasyonundan dolayı meydana gelen yalpalama hareketlerinin
meydana getirdiği döngüsel değişimlerin atmosferdeki etkilerine hassas duruma
gelir ve böylece kurak-sulak fazlar görülür. Doğu Afrika’nın gerek bu
atmosferik ve tektonik değişimlerin ortak baskısı ile hassas ve çok değişken
bir paleoiklime sahip olduğu, bu durumun da birçok memeli türün ve insanın
evrimini önemli derecede etkilediği düşünülmektedir.
Doğu
Afrika’da İnsanın evrimi ve Evrimsel Modeller
Charles Darwin Türlerin Kökeni eserinde evrimin ana
sürücü etmeninin biyotik etkileşimler olduğunu vurgular; “Bu konu ile yeterince
ilgilendikten sonra yargılayabildiğim kadarıyla şunu belirtebilirim, yaşamın
koşulları iki farklı değişkene bağlıdır: organizmanın doğası ve koşulların
doğası. İlk değişken daha önemli ” (Darwin, 1859). Bununla birlikte
1871 yılında yayımlanan İnsanın Türeyişi eserinde Darwin, çevresel faktörlere
evrimsel değişimin seçilim baskısı görevini atfederek önemini belirtir: “Hayatta
kalmak için çevresel şartların değişimine karşı uyumun gereği olarak
primatların bazı ata formlarının ağaç yaşamına bağlılığı zaman içerisinde
azaldı” (Darwin, 1871). Darwin’in evrimsel değişimleri yaşayan türler
ve onların ekolojik davranışları, av/avcı ilişkisi gibi etkileşimleri
gözlemleyerek çalışmış olması –biraz da o dönemin bilimsel verilerinin
yetersizliği ile bağlantılı olarak– onun daha çok kısa ölçekli ve biyotik
ilişkilere dayanan evrim mekanizmalarına önem vermesiyle sonuçlanır. Böylece
çevresel güçlerin rolünü evrimin itici gücü olarak değil, en avantajlı/uyumlu
değişimleri avantajlı kılan ve seçen faktör biçiminde değerlendirmesine neden
olur. Biyotik etkileşimlerin önemine olan atıf sadece Darwin’in değil yaklaşık
olarak benzer dönemde evrim kuramı hakkında çalışan Lamarck, Wallace ve Cope
gibi araştırmacıların çalışmalarında da görülen bir durumdur. Evrimsel
değişimde biyotik ilişkilerin ve çevresel faktörlerin rol ağırlıkları daha çok
20. yy’nın ikinci yarısından itibaren tartışılmaya başlanır. Bu dönem biyolojik
alanda Modern Sentez’e geçiş ve yeni evrim mekanizmalarının paleontolojiye ve
paleoantropolojiye entegrasyonu ile farklı bir boyut kazanır. Fosil buluntuların
artması, birey ve popülasyon düzeyinde yeni evrim mekanizmaları ve türleşme
teorilerinin üretilmesi, biyologlar ve paleontologlar arasında kısa ve uzun süreli
zaman ölçeklerine bağlı olarak farklı evrim modellerini takip etmelerine neden
olur. Kısa süreli zaman ölçeklerinde ve mikro düzeyde çoğunlukla yaşayan
türlerin evrimini çalışanlar Darwin’in ileri sürdüğü tedrici/filetik evrim
modelini benimser iken, fosil kayıtlarda uzun süreli ve makro düzeyde evrimsel
değişimleri çalışanlar Gould ve Eldredge’in kesintili denge modelini
benimserler (Barnosky, 2001; Benton, 2009). Bu tamamen iki farklı alanın ve
verinin doğasına bağlı birbiri ile karşıt olmayan bir durumdur, tam aksine her
iki alanda da yine her iki evrimsel mekanizma ile açıklanan durumlara sıkça
rastlanır.
Evrimsel değişimde biyotik etkileşimlerin önemi ironik
olarak çağımızın Darwin’ine benzetebileceğimiz Leigh Van Valen’in (1973) Red
Queen hipotezi ile karşımıza çıkar. Biyoloji ve paleontoloji alanrının iki ayrı
devi olan Dobzhansky ve Simpson’ın öğrencisi olma şansını yakalamış olan Van
Valen, Darwin’in çoğunlukla biyotik ilişkiler temelli adaptasyon ve doğal
seçilim yorumlarına yoğunlaşır ve organizmalar sürekli değişen koşullara nasıl
daha iyi uyum sağlayabilir veya sağlamışlardır sorusunun irdeler. 1973 yılı
çalışmasında Darwin’in özellikle üzerinde durduğu av-avcı ilişkisi gibi
rekabete endeksli etkileşim içerisinde olan canlıların birlikte evrim
geçirdiklerini vurgular. Herhangi birinin değişen durumu diğerinin de yok
olmasına neden olabilir. Eğer bu canlılar yaşadıkları ortama tamamen uyum
sağladılar ise doğal seçilimin görevi ne
olabilir? Van Valen’e göre canlılar yaşadıkları ortama iyi adapte olmuşlardır
ve doğa koşulları sürekli değiştiği için beraberinde sürekli değişen seçilimin
baskısına paralel olarak devam eden yine sürekli bir uyum sürecindedirler. Bu
durumda organizmalar hiçbir zaman mükemmel bir biçimde yaşadıkları ortama
adapte olamazlar. Van Valen’in özellikle “Yokoluş Yasaları” olarak
savlaştırdığı kuramda çevresel faktörlerin önemini vurgulasa da, türlerin
birlikte evriminin salt rekabete dayalı olduğunun vurgulanması evrimsel
değişimde biyotik ilişkilerin rolünü keskinleştirir. Oysa Van Valen (1973)
birlikte evrimleşen türlerin öncelikle besin kaynakları, habitat ve iklim
değişimleri tarafından kontrol edildiğini belirterek çevresel faktörlerin
öneminin altını çizmiştir. Paleobiyoloji alanında güncel birçok çalışma Red
Queen hipotezinin yani biyotik
sistemlerin tür dağılımları, kronofaunaların coğrafik ve zaman ölçeklerine
bağlı tanımları, faunal benzerlikler gibi daha çok biyocoğrafya temelli farklı
örüntülerin artış ve azalış eğilimlerini
irdelemekte ve Red Queen hipotezinin paleontolojik olarak uzun süreli fosil
kayıtlara da uygulanabilirliğini göstermektedir (Quental ve Marshall, 2013;
Eronen ve diğ., 2009; Mirzaie Ataabadi ve diğ. 2013; Kaya ve diğ., 2016).
Barnosky (2001) ve Barnosky ve diğ., (2003) coğrafik ve
zamana bağlı ölçeklerin, karasal memeli komünitelerin evrimlerinin temel
bellirleyicilerinin neler olduğunun anlaşılması bakımından önemli olduğunu vurgular. Buna göre eğer coğrafik ölçek küçük
ve zaman bir Milankovitch döngüsünden daha kısa ise biyotik etkileşimler (tür
içi rekabet ve av-avcı etkileşimi) –Red Queen hipotezi ile uyumlu olarak– komünitenin
evrimini kontrol eder. Coğrafik olarak
büyük ve zaman bakımından daha uzun ölçeklerde ise komünitenin evrimsel
değişimleri çevresel/iklimsel faktörler tarafından kontrol edilir. Son hipotez
Barnosky (2001) tarafından Red Queen hipotezine alternatif olarak
kuramsallaştırılan ve büyük ölçeklerde çevresel faktörlerin belirleyiciğini
savunan Court Jester hipotezidir. Court Jester hipotezi daha önce ileri
sürülmüş ve çevresel faktörlerin memeli komünitelerinin evriminde temel sürücü
etmen olduğunu savunan bütün hipotezleri kapsar. Benton (2009) Red Queen ve
Court Jester modellerinin farklı coğrafik ve zaman ölçeklerinde etkin olduğunu
öneriyor. Rekabet, av-avcı ve diğer biyotik faktörlerin kısa zaman ölçeklerinde
ve lokal ekosistemleri kontrol ederken iklim, denizel ve tektonik değişimlerin
bölgesel ve küresel coğrafik ölçeklerde, milyon yılları içeren zaman
aralıklarında gerçekleştiğini belirtir.
Fosil kayıtların önerdiğine göre insan evrimi zaman
ölçeği olarak yaklaşık 7 milyon yıllık bir süreci kapsar. Bununla birlikte
coğrafik olarak insan evriminde rol almış fosil türler son 1.8 milyon yıl
öncesine kadar Afrika’da ve özellikle de Doğu ve Güney Afrika’da yaşamışlardır.
Bu durum coğrafik olarak bölgesel ve lokal düzeyde kısıtlı bir alanı gösterir.
Görece uzun bir zaman aralığı fakat coğrafik olarak Afrika ile kısıtlı alan insan
evrminde her iki model (Red Queen ve Court Jester) ile açıklanabilecek
örüntülerin olabileceğini düşündürür.
Ayrıca alet üretimi ile birlikte insanın çevresel koşullara karşı kendi
insyatifinde farklı çözümler üretmeye başlamış olduğunu da bir biyotik faktör
olarak hesaba katmamız gerekmektedir. Özellikle Homo erectus’un ortaya çıkışı ve sahip olduğu bilişsel, sosyal ve
anatomik avantajlar ile Afrika’dan Avrasya’ya olan göçü insan evriminde farklı
bir dönemin başlangıcı olarak yorumlanmalıdır. Homo erectus ve ardılları ürettiği materyal kültür ve sosyal
organizasyon ile kısmen çevresel faktörler ile başetmenin yolunu bulmuş ve
biyotik ilişkilerde başrole geçen bir aktör olarak özellikle trofik (besin
zinciri) kategoride en tepeye oturmuştur. Bu nedenle insan evriminde çevresel
faktörlerin mi yoksa biyotik etkileşimlerin mi daha önemli rol oynadığının
tartışılması açısından 7 ile 1.8 milyon
yıllar arasında kalan dönemin dikkate alınması daha anlamlı olacaktır diye
düşünüyorum.
İnsan evriminde meydana gelen önemli morfolojik değişimler
ve iklim değişimleri arasındaki senkronizasyon henüz kesin sağlanamasa da
çevresel faktörlerin insan evriminin –ilk Homo
türünün ortaya çıkışı bağlamında– sürücü gücü olduğu konusunda geniş bir
konsensüs oluşmuş gibi görünmektedir (Kingston ve diğ., 2007). Yale
Üniveristesi’nden paleontolog Elizabeth
Vrba’nın ünlü fakat güncel kanıtlar ile hayli eleştirilmiş olan hipotezi “Faunal
Çevrim Frekansı (Turnover-pulse Hypothesis)” (FÇF) ile Afrika’da özellikle 2.5
myö Bovidae (keçi ve koyun gibi boynuzlu otçulların taksonomik ailesi)
türlerinde meydana gelen faunal çevrimin Kuzey Yarımküre Buzullaşması’nın (KYB)
yoğunlaşması ile örtüştüğünü bağlantılandırarak iklim değişimlerinin önemli
etkisini göstermiştir (Vrba, 1985). Bununla birlikte Vrba’nın çalışmasını
yaptığı 1985 yılından günümüze veri çeşitlenerek çoğaldı ve KYB’nin 2.5 milyon
yıldan daha önce başlayan tedrici bir birikimin sonucu olduğu ve ayrıca üst,
orta ve alt enlemler arası tele-bağlantıların doğrudan olmadığı, bu anlamda
memeli türlerinin farklı bölgelerde heterojenik çeveresel koşulların etkisinde
olduğu da kabul edilen başka bir parametre oldu. Günümüzde KYB’den çok,
yaklaşık olarak 2 milyon yıl önce aktif olan Walker Sirkülasyonları’nın memeli
evrimine olan etkisinin önemi daha fazla taraftar toplamış gibi görünüyor
(Ravelo ve diğ., 2004). Stony Broke
Üniversitesi’nden Richard Potts’un ileri sürdüğü “Değişken Seçilim Hipotezi (Variability
Selection Hypothesis)” (DSH) dünyanın güneş ile arasında yörüngesel
hareketlerine bağlı görece kısa ölçekli döngülerin özellikle Doğu Afrika’da
neden olduğu çok çeşitli ve yüksek frekanslı iklim değişimlerinin memeli türlerinde
daha çeşitli uyumsal morfolojiler evrimleştirmelerine neden olduğunu vurgular
(Potts, 1998). Günümüzde özellikle Plio-pleyistosen dönemde kurak-sulak
dönemlerin ardışık olarak gerçekleştiği hakkında pek bir kuşku kalmadı. Göl ve
denizel karotlardan elde edilen toz kayıtları ardışık gerçekleşen kurak ve
sulak periyotların dünyanın güneş etrafında dönerken aynı zamanda kendi
etrafında dönüş rotasyonunun merkezinde meydana gelen yalpalamalardan (precession)
kaynaklandığı genel olarak kabul görüyor.
İnsan evrimi ve çevresel faktörlerin etkisini ilişkilendiren
ilk hipotez özellikle dik-yürümenin neden ve nasıl sorularını açıklamaya
çalışan “savana hipotezi”dir. Kabaca bu hipotez iklim değişimlerinin açık
alanların ve otlakların artmasına neden olduğu ve insan atalarını ağaç
yaşamından karasal yaşama zorladığı ve dik yürümenin de avantajlı bir hareket
biçimi olarak evrimleştiğini ileri sürer. Bu aynı zamanda özellikle Pliyosen
dönemle birlikte başlayan ve sürekli artan kuraklık eğilimi ile oluşan savana habitatların
insan evrimini etkileyen önemli bir doğal seçilim baskısı oluşturması anlamına gelir.
Yukarda bahsettiğimiz FÇF hipotezi belirgin iklim değişimlerinin özellikle
otçul türlerde maydana getirdiği
adaptasyon ve türleşme olaylarına atıf yapar. Bu çevresel baskılar besin
yelpazesi geniş olan “genelci (generalist)” ve tam aksine dar bir yelpazede az
sayıda besine özelleşmiş olan “özelci (specialist)” türlere farklı düzeylerde
etki yapar. Genelci türler kuraklık gibi artan çevresel baskılar altında
genellikle özelci türlerin yok olmasıyla boşalan habitatlara yerleşip farklı
besinleri tüketme avantajını
kullanırlar. Bu durumda özelci türler genelcilere göre daha fazla yok olma
tehditi ile karşı karşıya iken daha fazla türleşme oranlarına sahiptirler.
İzole alanlarda yaşadıkları için genelcilere göre çevresel faktörlerin
baskısına karşı daha hassas ve evrimsel değişim hızları daha yüksektir.
Genelciler bir strateji olarak farklı habitatları takip eder ve daha geniş
alanlara yayılır. DSH hipotezi ise türlerin ekolojik uyumlarında çevresel
faktörlerin beklenmedikliğine atıf yapar. FÇF ile arasındaki önemli fark daha
değişken ve beklenmedik bir biçimde gerçekleşen çevresel faktörlerin baskısı
altında türlerin kendi evrimsel uyum kapasitelerine göre çeşitlenmesidir. DSH
uzun zaman ölçekli ve tedrici bir biçimde kuraklaşan ve değişkenlik aralığı
artan bir iklimsel değişimi benimser. DSH’ne göre iklimin beklenmedik
çeşitliliğine ve değişimine karşı memeliler kısa denilebilecek ölçeklerde
evrimsel cevaplar verirler. FÇF savına göre ise büyük faunal çevrimler kısa zaman
dilimlerinde görülür ve önemli çevresel değişimler ile senkronizedir. Bu hipotezlerin
önerdiği evrimsel değişimler Eldredge ve Gould’un (1972) panctuated equilibrium/kesintili denge modeli ile
açıklanabilir. Çünkü çevresel koşulların ve evrimsel değişimin durağan olduğu dönemlerin
ardından kısa zaman ölçeklerinde türler görece büyük/makro evrimsel tepkiler
vermektedirler. Buna karşın, bazı yeni çalışmalar iklimsel değişimlerin durağan
olduğu periyotların da insan evriminde önemli değişimlere neden olabileceğini
önermiştir (Trauth ve diğ., 2015). Bu
insan evriminde salt çevresel faktörlerin değil durağan çevresel koşullarda biyotik
ilişkilerin de evrimin itici gücü olabileceğini, yani Red Queen hipotezinin
işlevsellik kazanabileceğini gösterir. Bu durumda iklim değişimlerinin durağan
ve kararlı olduğu periyotlarda av-avcı ilişkileri ve seksüel etkileşimler, kaderleri
biyotik olarak biribirine bağlı olan türlerin kendi uyum kapasitelerini evrimsel
olarak sürekli geliştirebilmeleri ile birlikte hayatta kalabilmelerini sağlar. Turkana
havzası Koobi Fora lokalitelerinde, KBS tabakasında yani 1.8-1.9 milyon yıllar
arasında kalan dönemde birden fazla insan atası birlikte bulunur, bunlar; Paranthropus boiesi, Homo habilis, Homo
erectus ve Homo rudolfensis. Bu
dönem Turkana gölünün su seviyesinin yüksek ve besin kaynaklarının bol olduğu
kısa zaman ölçeğinde olsa da iklim değişimi bakımından durağan bir periyot
olarak yorumlanabilir. Dört farklı insan atasının bir arada bulunması bu türler
arasında rekabeti ve özellikle diğer etçil türler ile de süren bir biyotik etkleşimi
düşünürebilir. Farklı fosil insan türlerinin arttığı bu dönem özellikle büyük
boyutlu etçillerin tür çeşitliliğinin ekosistemde azalması, küçük boyutlu
etçillerin çoğalması ile senkronize gerçekleşmiştir. Muhtemelen büyük boyutlu
etçiller ve alet kullanmaya başlayan insan atası arasında biyotik bir
ilişkinin/rekabetin olasılığı düşünülmektedir. Bununla birlikte taksonomik
olarak özellikle H. habilis, H.
rudolfensis ve Australopithecus
arasındaki problemler bu durumu biraz çelişkili kılmaktadır. Zira son
buluntular ile 2 ile 1.7 milyon yıllar arasında özellikle Homo cinsinin erken üyeleri arasında türleşme değil tür içi yüksek
morfolojik çeşitlilik olduğu yönündeki görüşler kuvvet kazanmıştır.
Gürcistan’da 1.8 myö tarihlendirilen Dmanisi lokalitesinden ele geçen
buluntular bu morfolojik çeşitliliği kanıtlar niteliktedir. Diğer bir hipotez ise çevresel faktörlerden
ziyade seksüel seçilimi desteklemektedir. Beyin büyüklüğünün artması ile beraberinde
ortaya çıkan avantajlı karakterlerin seksüel seçilimde tercih edilen bir durum
oluşturduğu ve simpatrik türleşmeye yol açabileceği öne sürüldü (Dunbar, 1998;
Isler ve Schaik, 2014). Sosyal Beyin Hipotezi (SBH) ile çerçevelenen bu görüşe
göre artan bilişsel yetenek grup içerisinde sosyal organizasyonun ve kaynakların
kullanımını etkileyebilir ve yapısallaştırabilir, bu da sosyal organizasyonun
daha kompleksleşmesi aynı zamanda sosyal bağların ve hayatta kalma
mücadelesinde sosyal dayanışmanın artmasını sağlayabilir.
Sonuç olarak, son 10 milyon yıl boyunca Geç Miyosen
dönemde başlayan Doğu Afrika Rift Vadisi tektonizması ve volkanik
hakretler topografik olarak bir çok
değişimin fiziksel koşullarını biçimlendiren sürücü güçler olarak aynı zamanda
habitat koşullarını da kontrol etmiştir. Doğu Afrika’da göl ve nehir
sistemlerideki değişimler memeli toplulukları ve insan evrimini direk
etkilemiştir. Bu çevresel değişimler, farklı bitki topluluklarının evrimi,
artan kuraklık ve sıcaklık, atmosferik
CO2 miktarındaki düşüş, otçul memeli türlerin taksonomik
kompozisyonundaki değişim, kurak-sulak dönemlerin periyodik ritmi gibi farklı
değişkenlerin kombinasyonu şeklinde özet olarak sıralanabilir. Kurak-sulak
fazların değişkenliği insan evriminde önemli bir seçilim baskısı oluşturduğu ve
gerek morfolojik gerekse de davranışsal yeni adaptasyonlar üretmeyi dayatmış
olmalıdır. Özellikle 2-1.7 milyon yıllar arasında büyük olasılık ile Rift
Vadisindeki tektonik yükselme nedeniyle, dünyanın kendi ve güneş etrafında
dönüşüne bağlı ritmik hareketlerine daha hassas hale gelen Doğu Afrika’nın
ikliminde kurak-sulak periyotlar ve iklimsel değişkenlik artmış, bu
değişimlerin daha büyük beyin, uzun mesafeler dik yürüyerek hareket edebilme,
daha sofistike alet üretebilme, sosyal organizasyonda daha kompleks ilişkiler
ve nihayetinde kıtalar arası göçü gerçekleştirebilecek bir evrimsel düzeye,
yani Homo cinsinin evrimine neden olduğunu
ileri sürebiliriz.
NOT:
Bu yazı, Kaya, F. ( 2016) Çevresel ve Paleoiklimsel Faktörlerin Etkisinde Doğu
Afrika’da İnsanın Evrimi. Kebikeç, Sayı:41 (baskıda) makalesinin kısaltılmış
verisyonudur. Makalenin daha detaylı versiyonuna
Kebikeç dergisinin 41. sayısında ulaşabilirsiniz.
Şekil
Açıklamaları:
Şekil
1. Son 10 milyon yıl içerisinde meydana
gelmiş atmosferik, tektonik, çevre, iklim, floral ve faunal olaylar ile insan
evriminde gözlemlenen önemli evrimsel ve davranışsal değişimler (A ve B) insanın
soy agacında yer almış temel türlerin
kronolojik dağılımı ile birlikte verilmiştir. Kısaltmalar: MTK; Mesiniyen Tuz
Krizi, KYB; Kuzey Yarımküre Buzullaşması, WS; Walker Sirkülasyonu, OPD; Orta Pleyistosen
Devrimi. Mesiniyen Tuz Krizi yaklaşık olarak 6 myö Akdeniz’in Atlantik
okyanusuna açılan ağzı Gibraltar köprüsünün tektonik hareketler ile
kapanmasıyla birlikte Akdeniz’in su kaynağının kesilmesi ve takibinde yüksek
evporasyondan dolayı buharlaşarak Akdeniz’in neredeyse tamamen yok olması olayıdır.
Geç Miyosen dönemde Akdeniz’in kuruması
özellikle Avrupa ve Kuzey Afrika arasında birçok memeli hayvanın karşılıklı
göçüne olanak sağlamıştır. MTK’nın Afrika paleoiklimi üzerine etkisi henüz
keisn olarak bilinmemektedir. Kuzey
Yarımküre’deki ilk buzullaşma 10-6 milyon yıllar arasında görülür. Yaklaşık
olarak 2.5 myö ciddi derecede buzul kütleleri oluşur ve buzullaşma yoğunlaşır.
KYB’nın yoğunlaşması muhtemelen Kuzey Yarımküre’deki küresel serinleme
eğiliminin bir sonucu ancak hangi kontrol mekanizmaları tarafından tetiklendiği
konusunda bir fikir birliği yoktur. Bununla birlikte küresel serinlemenin ana
tetikleyici etmenlerinden biri olan Tibet Platosunun tektonik hakretler ile yükselmesi
ve Panama Isthmus (köprüsü) kapanmasının atmosferik döngülerde önemli
değişimlere neden olduğu ve 3 milyon yıl önce dünyanın iklimini belli bir eşiğe
ulaştırmasıyla Kuzey Yarımküre çok kısa denilebilecek bir sürede buzulların
oluşmasına neden olduğu düşünülüyor. 1.9 ile 1.6 myö özellikle Pasifik okyanusunun
yüzey sıcaklığının değiştiği ve kuvvetlli bir doğu-batı sıcaklık geçişinin
geliştiği ileri sürülmüştür. Deniz yüzeyi sıcaklığında bu değişim daha güçlü
Walker sürkülasyonunun gelişmesine neden olduğu ve hemen hemen günümüzdeki
modern biçimini aldığı önerilir. Günümüzde Walker sürkülasyonundaki değişimlerin
Afrika’nın bazı bölgelerinde kuraklık koşullarını kontrol ettiği bilinir. OPD,
KYB’nın ardından buzul ve buzul-arası dönemlerin döngüselliği değişimiş ve
özellikle son 800 bin yıldan itibaren bu döngü ortalam 100 bin yıla çıkmıştır. Bu
değişimin özellikle dünyanın yörüngesinde hem güneşin etrafında hem de kendi
etrafında dönerken meydana gelen ritmik değişimlerden kaynaklandığı ileri sürülmüştür.
Doğu Afrika’da C4 otlarının çoğalması aynı zamanda açık-otlak alanların
artmasına, bu aynı zamanda ilk dük yürüyen atalarımızın da ortaya çıkışı ile
kronolojik olarak benzer bir zamana denk gelir. Ancak dik yürüme hareket
biçiminin ne tür bir habitatta evrimleştiğini konusunda henüz kesin bir
konsensüs oluşmamıştır. Buna rağmen ilk dik yürüyen ata formların ortaya çıkışı
ile Doğu Afrika’da hypsodonty eğrisindeki artış ve kuraklığın artışı senkronize
olaylardır. İnsanın soy ağacında tür zenginliği yaklaşık olarak 2-1.7 milyon
yıllar arasında görülür (B). Bu dönem iklimsel olayların yoğunlaştığı ve
özellikle kurak-sulak fazlar ile çeşitlendiği, beyin büyüklüğünde artışın ciddi
derecelere ulaştığı, taş aletlerin üretildiği ve Afrika dışına ilk göçün
gerçekleştiği bir zaman aralığıdır. Bütün bu değişimler insan cinsinin yani Homo’nun evrimleştiğini gösteren
kanıtlardır. İnsanın soy ağacını taksonomik ve evrimsel olarak 5 farklı gruba ayırmayı
tercih ettim. İlk grupta Geç Miyosen ve Erken Pliyosen dönemde yaşamış olan
erken insanımsılar, ikinci grupta Australopithecuslar
ile taksonomik olarak pozisyonu tartışmalı ancak daha çok Australopithecuslara benzeyen Homo
habilis ve Homo rudolfensis yer
almaktadır. Bu türler morfolojik olarak mozayik özelliklere sahip oldukları
için her iki grup içinde de sınıflandırılabilirler. Üçüncü grupta ise daha
farklı ekolojik adaptasyonlar geliştiren iri yapılı Paranthropus ile bu cinse diş morfolojisi çok benzeyen Australopithecus garhi türü yer
almaktadır. Birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü grubun üyeleri sadece Afrika’da
yaşamışlardır. Son olarak beşinci grupta ise Afrika’dan Avrasya’ya göç etmiş
olan Homo erectus ve günümüz modern
insanına evrimleşen ardılları yer alır.
Şekil 2. Doğu Afrika’da Rift Vadisi boyunca bugüne kadar
keşfedilmiş olan önemli fosil türlerin buluntu yerleri. Kısaltmalar: Au; Australopithecus, Ar; Ardipithecus, Keny; Kenyanthropus, Pa; Paranthropus, Or; Orrorin,
ve H; Homo.
Kaynakça
Barnosky, AD. Distinguishing the effects of the Red Queen and Court Jester
on Miocene mammal evolution in the northern Rocky Mountains. J. Vertebr.
Paleontol. 21:172–85 (2001)
Barnosky, AD., ve
diğ. Mammalian response to global warming
on varied temporal scales. Journal of Mammalogy 84: 354–368, (2003).
Balter, M. When Darwin met a Neanderthal. Science
magazine. (2009). http://blogs.sciencemag.org/origins/2009/09/when-darwin-met-a-neandertal.html
Benton, MJ. The Red
Queen and the Court Jester: Species diversity and the role of biotic and
abiotic factors through time. Science, 323:728–32, (2009).
Darwin, C. On the Origin of Species by Means of Natural Selection, or the
Preservation of Favoured Races in the Struggle for Life. London: John Murray
(1859).
Darwin, C. The descent of man, and selection in relation to sex. London:
John Murray (1871)
Dunbar, RIM. The social brain hypothesis. Evol. Anthropol. 6, 178–190,
(1998).
Eronen, JT., ve diğ. Distribution history and climatic controls of the Late
Miocene Pikermian chronofauna. Proc. Natl. Acad. Sci. USA 106:11867–71 (2009).
Eldredge,
N ve Gould, S. J. "Punctuated
equilibria: an alternative to phyletic gradualism" Bakiniz T.J.M. Schopf, Models in Paleobiology.
San Francisco: Freeman Cooper. Sayfa: 82-115 (1972).
Haile-Selassie, Y., Suwa, G., White, TD. Late Miocene teeth from Middle
Awash, Ethiopia, and early hominid dental evolution. Science 303,
1503-1505 (2004).
Isler, K., ve van Schaik, CP. How humans evolved large brains: comparative
evidence. Evol. Anthropol. 23, 65-75 (2014).
Kaya, F., ve diğ. Magnetostratigraphy and
paleoecology of the hominid-bearing locality Corakyerler , Tuglu Formation
(Cankiri Basin, Central Anatolia). J Vert
Paleontol 36:2,
e1071710, (2016) doi:10.1080/02724634.2015.1071710
Kingston, JD., ve diğ.
Astronomically forced climate change in the Kenyan Rift Valley 2.7-2.55 Ma:
implications for the evolution of early hominin ecosystems. J. Hum. Evol.
53:478-503 (2007).
Langergraber, KE. ve diğ. Generation times in wild chimpanzees and gorillas
suggest earlier divergence times in great ape and human evolution. PNAS
109:15716-21 (2012).
Lebatard, AE. ve diğ. Cosmogenic nuclide dating of Sahelanthropus tchadensis and Australopithecus
bahrelghazali: Mio-Pliocene hominids from Chad. PNAS 105:3226-31 (2008).
Maslin,MA. ve diğ. East African climate pulses and early human evolution.
Quat. Sci. Rev. 73:1-13 (2014).
Mirzaie Ataabadi, M, ve diğ. 2013. Continental scale patterns in Neogene
mammal community evolution and biogeography: a Europe-Asia perspective. Bakiniz
Wang ve diğ. Fossil Mammals of Asia. University of Columbia Press. Sayfa:
629-55, (2013).
Potts, R., Environmental hypothesis of hominin evolution. Yearb. Phys.
Anthropol. 41, 93e136. (1998).
Quental, TB, ve Marshall, CR. How the Red Queen drives terrestrial mammals
to extinction. Science 341:290-92 (2013).
Ravelo, AC., ve diğ. Regional climate shifts caused by gradual global
cooling in the Pliocene epoch. Nature 429:263-67 (2004).
Senut, B. ve diğ. First hominid from the Miocene (Lukeino Formation,
Kenya). Earth Planet. Sci. Lett. 332, 137-144. (2001).
Simpson, SW. ve diğ. Late Miocene hominin teeth from the Gona
Paleoanthropological Research Project Area, Afar, Ethiopia. J. Hum. Evol.
81:68-82 (2015)
Trauth MH. ve diğ. Episodes of environmental stability vs. instability in
Late Cenozoic lake records of Eastern Africa. J. Hum. Evol. 87:21-31, (2015)
Van Valen, L. A new evolutionary law. Evol. Theory 1:1-30 (1973).
Vrba, ES., Environment and evolution: alternative causes of the temporal
distribution of evolutionary events. S. Afr. J. Sci. 81: 229-236 (1985).
Wallace, Alfred Russel,
"The Origin of Human Races and the Antiquity of Man Deduced From the
Theory of “Natural Selection” (1864)" (2010). Alfred Russel Wallace
Classic Writings. Paper 6. http://digitalcommons.wku.edu/dlps_fac_arw/6
White, TD. ve diğ. Macrovertebrate paleontology and the Pliocene habitat of
Ardipithecus ramidus. Science 326:67,
87-93 (2009).
Wood, B. Palaeoanthropology: hominid revelations from Chad. Nature 418,
133-135, ( 2002).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
INSANIN EVRIMI-YORUM