Merhabalar! Kebikec dergisinin 41. sayisi icin yazdigim makalenin ful versiyonunu bloga ekleme karari aldim. Bunun en onemli nedenlerinden biri Kebikec dergisinde makalenin sekil numaralari ve basliklarinin teknik bir hatadan dolayi yazilmayisidir. Makalenin orjinal baskisina burdan ulasabilirsiniz. Makaleyi eksiksiz ve bir butun olarak okumak isteyen okuyucular burdan ulasabilirler. Ayrica bu makalenin kisa bir versiyonu da Bilim ve Gelecek dergisinin 148. sayisinda yayinlandi. Iyi okumalar!
Öz
Fosil kayıtlar
insan evriminde türleşme, dik yürüme, beyin büyüklüğünde artış, göç olayları ve
alet kullanımı gibi önemli evrimsel değişimlerin büyük olasılıkla Doğu
Afrika’da ortaya çıktığını göstermektedir. İnsan evrimi çalışmalarında
disiplinler arası yaklaşım, farklı alanlarda üretilen yeni ve çeşitli proksi
veriler, doğruluk derecesi yüksek tarihlendirme metotları insan evrimi ve
çevresel değişimler arasında daha net bağlantıların kurulmasını sağlamaktadır.
Güncel çalışmalar insan evriminde son 10 milyon yılda meydana gelen önemli
değişimlerin, dünyanın yörüngesel hareketleri ve Büyük Rift Vadisi’ndeki
tektonik aktivitelerinin etkilediği çevresel ve atmosferik faktörler tarafından
kontrol edildiğini önermektedir. Bu değerlendirme çalışması, Doğu Afrika’da
insan evrimini biçimlendiren olası çevresel ve iklimsel faktörleri belirlerken
bu faktörleri insan evrimine entegre eden, süre ve coğrafik alan bakımından
farklı ölçeklere dayanan evrimsel modelleri tartışmaktadır. Jeoloji,
paleoekoloji, paleoiklim, paleontoloji ve paleoantropoloji bilimlerinin ortak
çalışmaları çevre/iklim değişimleri ve insan evrimi arasındaki ilişkileri
anlamak için gerekli olan platformu sağlamaya devam edecektir.
Anahtar sözcükler, İnsan evrimi, Doğu Afrika, İklim Değişimleri
Giriş
Çevresel ve iklimsel değişimlerin insan evriminde
oynadığı rolün etkisi son çeyrek asırdır önemi gittikçe artan interdisipliner
bir çalışma alanıdır. Kendi türümüzün evrimi mercek altına alındığı zaman yeni
türler ve fosil keşifler çoğunlukla popüler bilim alanında dikkatleri çekse de
profesyonel alanda insan evrimindeki önemli değişimlerin hangi tür çevresel ya
da biyotik faktörler tarafından kontrol edildiğinin aydınlatılması önemlidir. Bu
alandaki çalışmalar insan atalarını, morfoloji ve davranış bakımından
karakterize eden karasal yaşam, dik yürüme, beslenme alışkanlıkları, alet
kullanımı, büyük beyin ve kıtalar arası göçler gibi değişimleri kontrol eden
seçilim baskılarının bölgesel ve küresel ölçekte anlaşılmasını içerir. İnsan
evriminde gerçekleşen önemli değişimler farklı sürelerde ve coğrafik ölçeklerde,
çoğunlukla dünyanın yörünge
hareketlerine ve tektonik aktivitelere
bağlı olarak değişkenliği artan küresel/bölgesel iklim değişimleri ve çevre
şartları ile bağlantılandırılmıştır (Şekil 1) (deMenocal, 1995; 2004; Trauth ve diğ., 2005; MacLatchy
ve diğ., 2010; Maslin ve diğ., 2015; Levin, 2015). Bu değişimlerin bir çoğu
farklı bitki örtüsü, hidrolojik denge, sıcaklık, iklim değişkenliği,
tektonizma, habitat parçalanması, göl suları seviyesi değişimleri gibi lokal ya
da bölgesel değişiklikler ile açıklanmıştır (Cerling ve diğ., 2011; deMenocal,
2004; Sepulchre ve diğ., 2006; Trauth ve diğ., 2007; White ve diğ., 2009). Bununla
birlikte hangi çevresel faktörlerin insan evriminde ne tür önemli evrimsel
değişimleri ve karakterleri tetiklediğinin aydınlatılması, bu değişimlerin
zamanlama ve yöneliminin belirlenmesi açısından halen tartışmalıdır. Ayrıca
insan evriminde rolü önemli olan ancak çoğunlukla ihmal edilen memeli-komünite
etkileşimleri, türler arası biyotik ilişkiler, bitki-otçul memeli etkileşimleri
ve yıllık mevsimselliğin değişimi gibi faktörler de dikkate alınması gereken
parametrelerdir (Levin, 2015).
Çevresel değişimler ve insan atalarının bu değişimlere
verdiği evrimsel cevaplar birçok teori ve sentez ile açıklanmaya çalışılmıştır
(Maslin ve diğ., 2014; 2015). Filetik gradualizm/ çizgisel evrim ve panctuated
equilibrium/ kesintili denge (Eldredge ve Gould, 1972) modelleri, kaldı ki bu
modeller insan evriminde birbirlerinden çok ayrışan evrim mekanizmaları olarak algılanmasa
da, biyotik ilişkilerin ve çevresel faktörlerin evrimsel değişime katkısının
değerlendirilmesi bakımından birçok önemli hipoteze teorik altyapı
oluşturmustur. Bununla birlikte Doğu
Afrika’nın paleo-çevre, paleo-iklim ve tektonik değişimleri (özellikle son 10
milyon yıl) yeni insan türlerinin ya da yeni karakterlerin evriminin salt
belirli evrim mekanizmalar tarafından değil birçok farklı mekanizmanın
kombinasyonu tarafından kontrol edildiğini önermektedir (Maslin ve diğ., 2015).
II.
İnsan Evriminin Kısa Değerlendirmesi
Darwin, Türlerin Kökeni eserinde insanın –doğanın bir
parçası olarak– diğer canlılarla ortak bir kökenden evrimleştiğini belirtse de
özel olarak insan evriminden bahsetmez. Darwin’in yaşadığı dönemde keşfedilen
insan atası fosilleri sadece Neandertaller ile sınırlıydı. 1840’lı yılların
sonlarında Almanya’da Neander vadisinde ve Gibraltar’da Homo neanderthalensis türüne ait iki kafatası keşfedildi. Darwin’in
Türlerin Kökeni’nde bu fosillerden bahsetmeyişi ya fosilleri görmediği ya da
bilinen açıklama ile spekülasyondan uzak durmayı tercih ettiği şeklinde
açıklandı. Ancak Michael Balter (2009)
bir raporunda, Darwin'in 1864 yılında Gibraltar’a neandertal kafatasını görmek
için gitmek istediğini fakat rahatsızlandığı için gidemediğini, buna karşın
Charles Lyell ve Hugh Falconer’in Darwin’e bu kafatasını görmesi için
getrdiklerini belirtir. 1871 yılında yayımlanan İnsanın Türeyişi çalışmasında
bu kafatasından insanın ilkin bir formu olabileceği şeklinde çok kısa bahseder.
Darwin’in neandertal kafatasını gördüğü ileri sürülen 1864 yılında başka bir
ilginç olay daha gerçekleşir; Alfred Wallace Darwin’e Anthropological Review
dergisinde yayımlanan insanın kökeni ile ilgili çalışmasını okuması için
gönderir. Darwin bu çalışmada bazı noktaları kabul etmese de çalışmayı bir
bütün olarak dahice bulur. Wallace’ın neandertal kafatası hakkındaki yorumu ise
dikkat çekicidir: “Neandertal kafatası yaşayan insanların aşağı bir ırkı
olabilir, tıpkı modern zamanın en aşağı formu olan Avustralya aborjinleri
gibi.” (Wallace, 1864). Bu yorumdaki önemli nokta, Wallace neandertal
kafatasını, daha önce yorumlandığı şekilde modern insanın patolojik bir örneği
olarak değerlendirmemiş, farklı ve ilkin morfolojiye sahip bir akrabası olarak
tanımlamıştır. Darwin İnsanın Türeyişi eserinde Afrikalı kuyruksuz büyük
maymunlar (şempanze ve goril) ile insanın ortak bir atayı paylaştığını ve
insanın dik yürüme yeteneğinin çevresel şartlarla olan bağlantısını vurgulasa
da daha çok modern insanın sosyal davranışlarının kökeni ve seksüel seçilimin
önemi gibi konular üzerinde durur.
Darwin’in 145 yıl önce yazdığı İnsanın Türeyişi eserini
bugün yazsaydı elbette daha farklı olurdu. O günden günümüze sayısı oldukça
artmış fosil buluntular, farklı disiplinlerin geliştirdiği verilerin
çeşitliliği, neredeyse her hafta yayımlanan yüzlerce bilimsel makale, kitaplar ve
organize edilen bilimsel toplantıların katkısı ile bilimsel bilginin bu denli
ilerlemiş olmasından mutlaka etkilenirdi. Bu kadar hızlı ve çeşitli bilimsel üretime
ve gelişime rağmen Darwin’i peşinden sürükleyen büyük sorular ile güncel olarak
bizlerin aydınlatmaya çalıştığı soruların aşağı yukarı halen benzer olması da
şaşırtıcı olabilir. Elbette bugün
sorulara karşı çözüm metodolojilerindeki yüksek çözünürlük kesinlikle Darwin’in
hayal bile edemeyeceği düzeyde. Darwin’in öngördüğü insan, şempanze ve gorilin
ortak atasının hangi zaman aralığında yaşamış olabileceğini ve ne tür bir
morfolojiye sahip olduğunu tahmin ediyor olsak da bu türe ait olduğuna emin
olduğumuz herhangi bir fosil henüz bulamadık.
Bilinen en eski insanımsı (=hominin) fosili yaklaşık olarak
7-6 milyon yıl öncesine tarihlendirilmektedir (Lebatard ve diğ., 2008; Simpson
ve diğ., 2015). Genetik çalışmalar insan ve şempanze ayrımını yine fosil
kayıtların önerdiği tarihe uyumlu bir zaman aralığında önermektedir; 8-5 milyon
yıllar arası (Langergraber ve diğ., 2012). Son 30 yıldır yeni 11 tür ve 4 cins
soy ağacımıza eklendi ve neredeyse her geçen yıl yeni bir tür ismi öneriliyor. Yeni
tür isimlendirilmesinin birey düzeyinde az sayıda fosil buluntu tanımlanarak
yapılması birçok taksonomik problemi de beraberinde getiriyor. Bununla birlikte
Dmanisi (Gürcistan), Atapuerca (İspanya) ve Hadar (Etiyopya) gibi bazı
lokalitelerde fosil buluntuların çoğalması özellikle popülasyon düzeyinde tür
içi morfolojik varyasyon aralığının daha iyi analaşılabilmesini sağladı. Aynı
zamanda jeolojik tarihlendirme metotlarının ve teknolojilerinin gelişmesi de
kronolojik olarak lokalitelerin zaman skalasında yerleşimini ve bu
lokalitelerde bulunan fosillerin fenotiplerinin zamana göre dağılımının
kurgulanabilmesinin de yolunu açtı. Bu başlık altında –özellikle diğer
bölümlerin daha rahat anlaşılabilmesi için– insan evriminde taksonomik olarak
en çok kabul gören ve bilinen türler hakkında özet olarak bahsedeceğim. Şekil
1’de insan evriminde rol almış önemli türlerin yer aldığı soy ağacını ve yine önemli
çevresel ve evrimsel değişimleri, ayrıca Şekil 2’de ise Doğu Afrika’da önemli
fosil buluntu alanlarının coğrafik pozisyonlarını görebilirsiniz.
Fosil kayıtlar insan evriminde 5 farklı aşamanın
varlığını gösteriyor (Şekil 1). Bunlar, (1) 4 ile 7 milyon yıllar arasında
yaşamış ve erken insanımsılar olarak tanımlanan Sahelanthropus, Orrorin ve
Ardipithecus cinslerinin üyeleridir, (2) 4 milyon ile
yaklaşık 1 milyon yılları arasında yaşayan Australopithecus
cinsinin üyeleri, (3) 2.5 ile yaklaşık 1 milyon yıl arasında yaşamış olaniri
yapılı olan Paranthropus türlerinin
ortaya çıkışı, (4) Australopithecus ve
Homo arasındaki morfolojik
özelliklere sahip olan ancak taksonomik olarak Homo cinsi altında sınıflandırılan türler, ve son olarak (5) Homo cinsinin ortaya çıkışı, takibinde yaklaşık 800 bin yıl önce
(burdan itibaren byö kısaltmasını kullanacağım) Homo antecessor 600byö Homo heidelbergensis
türü ile 200 byö anatomik olarak modern insanın yani Homo sapiens’in ortaya çıkışı şeklinde sıralanabilir (Şekil 1C). Sahelanthropus dışında bu dört grubun
öncül üyelerinin hepsi günümüz Doğu Afrika’sında keşfedilmiştir (Şekil 2).
Sahelanthropus
tchadensis Çad bölgesinde Djurab çölünde bulunan ve
yaklaşık 7 milyon yıl öncesine (burdan itibaren myö kısaltmasını kullanacağım)
tarihlendirilen, bilinen ilk bipedal insan atası (Wood, 2002). Bu türe ait sadece
kafatası buluntuları mevcut, kafatası hacmi yaklaşık şempanzeninki ile eş değer
ve şempanze ile insanımsı arası mozayik özellikler gösteriyor. Kafatası altında
foramen magnum deliğinin pozisyonu dik yürüyebildiğini önerse de buluntuların
sadece kafatası ile sınırlı olması bu türün hareket biçiminin anlaşılmasını
güçleştiriyor. Orrorin tugenensis
(Tugen Tepeleri, Batı Kenya) yaklaşık 6 myö’sine tarihlendirilen diğer bir
erken insanımsı (Senut ve diğ., 2001). Bu türe ait fosil kalıntıların çok
parçalı oluşu özellikle taksonomik pozisyonu ve davranışları hakkında
tartışmalı bir durum yaratmaktadır. Diğer bir erken insanımsı ise Ardipithecus cinsinin en erken üyesi
olan Ardipithecus kadabba
(HaileSelassie ve diğ., 2004). Bu türe ait buluntular da çok parçalı, sadece
birkaç diş parçası ve iskelet kalıntılarından oluşuyor. Fosilin jeolojik yaşı
yaklaşık 5.5 myö’sine tarihlendirildi. Yine bu cinsin en iyi bilinen türü olan Ardipithecus ramidus daha erken bir döneme
(4.4 myö) tarihlendirildi ve çok sayıda fosil kalıntısına ulaşıldı. Ardipithecus şempanze ile benzer bir
beyin hacmine sahip ve dişlerinden yapılan analizler onun hepçil bir diyeti
benimsediğini gösteriyor. Bu fosil tür dik yürüyebilmesine rağmen bu konuda çok
başarılı değildi, zamanının uzun bir kısmını muhtemelen ağaçta geçiriyordu
(White ve diğ., 2009). Ar. ramidus’a
eşlik eden fauna nemli ve ağaçlık-orman bitki örtüsünün olduğu bir habitatı
işaret etmektedir.
Australopithecus cinsine ait ilk üye yaklaşık olarak 4 myö ortaya çıkan
ve Kanapoi lokalitesinde keşfedilmiş (Kenya) Australopithecus anamensis türüdür. Bu cinsi karkaterize eden
özellik dik yürümede daha yetkin olmasına rağmen ilkin kafatası özelliklerine
sahip olmasıdır. En iyi bilinen türü Lucy kod adı ile bildiğimiz Hadar
(Etiyopya) lokalitesinden bulunan Australopithecus
afarensis’tir. Bu türe ait neredeyse tam bir iskelet bulunmuştur. İlk
olarak 3.9 myö ortaya çıkmış olan bu
türün neredeyse bir milyon yıl kadar soyu devam etmiştir. Australopithecus cinsi Güney Afrika’da ilk olarak Australopithecus africanus türü ile
temsil edilir ve Au. afarensis’e göre
daha türemiş özelliklere sahiptir. Australopithecus
cinsinin son üyeleri arasında Doğu Afrika’da Australopithecus garhi (2.5 myö) ve Güney Afrika’da Australopithecus sediba (2 myö) türleri
bilinir. Bu son iki tür daha sonra gelen Homo
cinsine evrimsel yakınlık bakımından en türemiş özelliklere sahip olanlardır. Australopithecus’lar ile aynı dönemde ve
habitatlarda yaşamış farklı bir cins ise Paranthropus’lardır.
Bu cinsin üyeleri robust morfolojiye sahiptir ve çoğunlukla otçul bir diyeti
benimsemişlerdir. Doğu Afrika’da Paranthropus
aethiopicus (2.5 myö) ve Paranthropus
boiesi (2.3-1.2 myö), Güney Afrika’da ise Paranthropus robustus (1.8-1.2 myö) türleri ile temsil edilir.
Homo cinsine ait türlerin ilk ortaya çıkışı bulunan taş
aletlerden dolayı yaklaşık 2.5 myö’sine atfedilse de önemli fosil kanıtlar
1.8-1.9 myö’sine tarihlendirilen çökellerde bulunmuştur. Homo habilis cinsin ilk üyesi olarak bilinir ve Australopithecus benzeri bir vücuda
ancak görece biraz daha büyük kafatası hacmine sahiptir. Bu türün Australopithecus ya da Homo cinsinden birine dahil edilmesi
konusunda halen kesin bir konsensus oluşmamıştır. Buna rağmen alet üretimini Homo cinsine atfeden tarihsel gelenek bu
türü taksonomik olarak halen Homo
cinsinin sınırları içerisinde tutmaktadır. Homo
cinsinde büyük morfolojik değişiklik Homo
erectus türü ile karşımıza çıkar. Bu türün vücut iskeleti, Homo
habilis’ten ya da Australopithecus’tan
daha çok bize yani modern insana (Homo
sapiens) benzer. Fosil verilere dayalı demografik çalışmalar Homo erectus topluluklarında gelişmenin
yavaşladığı ve doğum aralıklarının azaldığını göstermektedir. 600 byö Homo heidelbergensis’in ortaya çıkışı ve
200 byö’sinde anatomik olarak modern vücut biçiminin kazanılması yani Homo sapiens’in evrimleşmesi ile
birlikte insanın evrim süreci biyolojik olarak bugün sahip olduğumuz mevcut
durumunu kazanmıştır diyebiliriz. İnsanın kültürel evrimi bu yazının direk
konusu olmadığı için gerekli ağırlık verilmedi, ancak özellikle Homo erectus’tan günümüze beyin hacminin
evrimi ve kafatası morfolojisindeki küçük değişiklikler dışında büyük bir
biyolojik evrimsel değişiklik görülmez iken kültürel alanda insanın devrimsel
değişimler yarattığı aşikardır.
İnsan evriminde iki farklı cinsin türlerinin bir arada
bulunduğu ve çeşitliliğin en yüksek noktasına ulaştığı dönem 1.8 ve 1.9 milyon
yıllar arasıdır (Şekil1). İri yapılı Paranthropus
türlerinin yanı sıra Homo cinsinin
ilk üyeleri bu dönemde görülür. Homo
cinsinde beyin büyüklüğünde önemli artış ve aynı zamanda Homo cinsinin Afrika (Rift Vadisi) dışına göçü de bu dönemde
gerçekleşir. Beyin büyüklüğünün artması aynı zaman yaşam biçiminde ve ritminde
de değişiliklere neden olur. Büyüklüğü artmış olan beyin aynı zamanda vücudun
en çok enerji tüketen organı olarak da beslenme alışkanlığında değişimi zorlar
ve özellikle hayvansal proteinlerin daha çok diyete katıldığı bir dönemin
başlangıcını önerir. Kalça kemiklerinin morfolojisinde büyük beyinli bebeklerin
sağlıklı doğabilmelerini avantajlı kılan önemli değişimler görülür. Bütün bu evrimsel
değişimler aynı zamanda üretilen farklı alet teknolojileri sosyal organizasyon ve
davranışlarda da önemli değişimleri beraberinde getirir. Bu yetenekler yeni
habitatlara göçü ve uyum esnekliğini de geliştirir. Diğer taraftan iri yapılı Paranthropus’lar daha özel bir yaşam
biçimine uyum sağlamıştır. Kafatası, çene ve diş morfolojileri ve özellikle dişler
üzerinde yapılan mikro-aşınma analizleri Paranthropus’ların
sınrılı bir besin repertuarını içeren çok özel bir diyete uyum sağladıklarını
işaret etmektedir. İki farklı insan atası cinsi ve iki farklı evrimsel strateji
karşımıza çıkar. Homo cinsi daha esnek
ve genel yaşam stratejisine sahipken Paranthropus
daha özel bir strateji benimsemiştir. Yaklaşık 1.2 myö Paranthropus’ların soyları tükenirken Homo cinsinin üyelerinde beyin büyüklüğü ve genel vücut anatomisi 800 byö Homo antecessor, yaklaşık 600 byö Homo heidelbergensis ve 300 byö Homo
neanderthalensis ile modern insana gittikçe benzeyen bir eğilim ile devam
etmiş ve nihayetinde 200 byö anatomik olarak modern insanın ortaya çıkmasıyla
günümüz morfolojisini kazanmıştır.
III.
Evrimin itici gücü olarak çevre ve iklim koşulları
Son 10 milyon yıl içerisinde Afrika’da gerçekleşen iklim
değişimleri ve çevresel şartlar insan evriminin anlışabilmesinde önemli
araçlardır. Özellikle Geç Miyosen (11-5.3 myö), Pliyosen (5.3-2.5 myö) ve
Pleyistosen (2.5-0.01 myö) dönemler boyunca Afrika’nın paleoiklimi tektonik ve
volkanik aktiviteler, küresel/atmosferik değişimler ve dünyanın yörüngesindeki
hareketlerinden kaynaklı meydana gelen bölgesel iklim değişimleri tarafından
kontrol edilmiştir. Özellikle Afrika’nın gerek atmosferik gerekse nehir ya da
göl sistemlerindeki su döngüsünü kontrol eden hidro-iklimi, bitki örtüsünü ve özellikle otlakların
evrimini, memeli faunlarındaki çevrimleri ve nihayetinde insan evrimini biçimlendiren
abiyotik faktörlerdir. Bu konudaki güncel anlayış, Afrika’nın paleoikliminde
Geç Miyosen dönemle başlayan genel serinleme eğiliminin ardışık olarak farklı
periyotlarda gerçekleşen kurak-sulak fazlar ile kesildiği şeklindedir. Bu
kurak-sulak evrelerin ise yörüngesel hareketlerin değişimine bağlı olan Walker
Sirkülasyonu’nun yoğunlaşması, Kuzey Yarımküre Buzullaşması’nın başlaması ve
Orta Pleyistosen Devrimi ile kontrol edildiği önerilmektedir (Şekil 1). Bunun
nedeni ise küresel serinleme eğiliminin Kuzey ve Güney Yarımküre’de üst enlemlerde
buzullaşmayı yoğunlaştırması ile yüksek basıncı artırması ve muson yağış
sistemini kontrol eden ITCZ (Intertropical Convergence Zone) rüzgarlarını
baskılamasıyla birlikte Doğu Afrika’nın iklimi, dünyanın kendi etrafında
dönüşlerindeki rotasyonundan dolayı meydana gelen yalpalama hareketlerinin
meydana getirdiği döngüsel değişimlerin atmosferdeki etkilerine hassas duruma
gelir ve böylece kurak-sulak fazlar görülür. Doğu Afrika’nın gerek bu
atmosferik ve tektonik değişimlerin ortak baskısı ile hassas ve çok değişken
bir paleoiklime sahip olduğu, bu durumun da birçok memeli türün ve insanın
evrimini önemli derecede etkilediği düşünülmektedir.
III-a)-
Afrika’da Hidro-iklim Dinamikleri
Son 10 milyon yıl içerisinde küresel iklim değişimlerinin
Afrika kıtasına olan etkileri çoğunlukla kuraklık ve su kaynaklarındaki
değişimler çerçevesinde tartışılmıştır (Levin, 2015; deMenocal, 2004; Dupont ve
diğ., 2013; Sepulchre ve diğ., 2006; Zhang ve diğ., 2014). Modern Afrika’da
özellikle memeli türlerin dağılımı çoğunlukla yıllık yağış rejimi ve mevsimsel
değişimler tarafından kontrol edilir. Topoğrafya, enlem aralığı, muson
dinamikleri, okyanus sıcaklığı, ve özellikle ITCZ (Intertropical Convergence
Zone) rüzgarlarının pozisyonundaki değişimler Afrika’nın hidro-iklimini
etkileyen başlıca etmenlerdir. Bu iklimsel kontrol mekanizmaları Afrika’da
bölgesel olarak değişim gösterir. Özellikle Doğu Afrika ikliminde son 10 milyon
yılda görülen kuraklaşma eğilimi memeli topluluklarının faunal değişimi ve
insan evriminde tür çeşitliliğinin artışı ile bağlantılandırılan en önemli uzun
süreli iklimsel değişimdir (deMenocal, 2004; Vrba, 1985). Ancak kısa ölçekli
periyotlarda meydana gelen kurak-sulak fazlar arasındaki değişim ve bu
değişimin bitki örtüsü ve coğrafya üzerindeki etkisi son zamanlarda gündeme
oturan bir tartışmadır. Bu etkinin özellikle insan ve memeli evrimindeki ikincil
etkisi salt uzun süreli kuraklaşma eğiliminin değil bunun yanı sıra özellikle kısa
zaman ölçekli kurak-sulak döngülerin iklimsel değişkenlik bağlamında türleşme
olaylarının itici gücü olarak değerlendirilmesi gerektiğini göstermiştir.
Afrika’nın hidro-iklimini etkileyen önemli iklimsel
değişimler arasında Mesiniyen Tuz Krizi (6-5.3 myö), 2.75 myö Kuzey Yarımküre
buzullaşmasının başlaması, 2.0-1.5 milyon yılları arasında Walker
Sirkülasyonu’nun gerçekleşmesi, buzul ve buzul arası dönemlerin periyodik
değişiminin 41 bin yıldan 100 bin yıla değişmesi ile 1.0 myö Orta Pleyistosen
Devrimi’nin başlaması sayılabilir. Dünyanın rotasyonundaki değişimler güneşe
göre olan uzaklığını ve pozisyonunu etkilediği için aynı zamanda aldığı güneş
ışınlarının miktarında ve derecesinde de değişikliklere neden olamaktadır.
Dünyanın bu yörüngesel çalkalanmaları farklı periyotlara göre değişmektedir,
bunlar; dünyanın güneş etrafında dönerken takip ettiği yörüngenin geometrik şeklinden
dolayı gerçekleşen 100 bin yıllık döngüler (eksantirisite), dünyanın eksen
eğikliğinden dolayı 41 bin yıllık döngüler (eksen eğikliği, obliquity), ve
dünyanın kendi etrafında dönerken rotasyonunda meydana gelen 20 bin yıllık
yalpalama döngüleri şeklinde sıralanabilir. Bu faktörlerde meydana gelen
değişiklikler dünyanın üst enlemlerinde buzullaşmaları etkilemektedir, ancak
dünyanın güneşe en yakın olduğu anda tropik bölgelerde yalpalama döngüleri (precession)
mevsimselliği etkilediği için en büyük etkiye sahiptir ve hidrolojik döngüyü artırabilir.
Sulak dönemler güneş ışınlarının dünyaya en yoğun geldiği zamanlarda beklenir,
ancak bu durum topoğrafyaya, bitki örtüsüne ve muson yağış sistemine göre
bölgesel değişiklik gösterir. Son 11 bin ile 5 bin yıl arasındaki Afrika Nemli
Dönemi bunun en tipik örneğidir. Eğer uniformitaryanist bir açıdan yaklaşırsak
bu aynı zamanda Miyosen’den günümüze son 20 milyon yıldır benzeri sulak dönemlerin
gerçekleştiğinin bir örneğini oluşturabilir. Bu sulak dönemler insan atalarının
ve diğer memeli türlerinin biyocoğrafyalarını önemli derecede etkilemiştir.
Afrika’nın hidro-iklim kayıtları çoğunlukla Afrika
kıyıları denizel karotlarından çıkarılan toz, polen serileri ve yaprak
epikütikulası hidrojen izotoplarından, Akdeniz’den alınan denizel organik
çökeller (sapropeller), ve son olarak gölsel çökellerden elde edilir. deMenocal
(2004) çalışmasına göre Okyanus Sondaj Programı projesi kapsamında bazı
noktalardan alınan denizel karotlar Miyosen boyunca yukarıda bahsettiğimiz
yörüngesel değişikliklerden etkilenmiş kurak-sulak döngüyü göstermektedir,
özellikle son 2.8 milyon yıl içerisinde ki bu da Kuzey Yarımküre’de
buzullaşmanın ve Doğu Afrika’da uzun ölçekli kuraklaşmanın yoğunlaştığı sürece
denk gelir. Genel olarak Afrika’da iklimsel değişimlerin zamanlama ve eğilimi
bölgesel farklılıklar gösterse de farklı proksi veriler Geç Miyosen’den
itibaren son 10 milyon yıldır kurak-sulak döngülerin varlığını işaret etmektedir
(Bonnefılle, 2010; deMenocal, 2004; Feakins, 2013).
III-b)-
Göller ve İklim Değişimleri
Afrika’nın paleoikliminde meydana gelen değişimler,
özellikle kurak-sulak salınımlar Rift Vadisinde bulunan göllerin su seviyesi
değişimleri ve göl çökellerinden elde edilen farklı verilerle de
desteklenmektedir. Gölsel çökellerin litolojik ve izotopik analizleri özellikle
Pliyosen ve Pleyistosen boyunca gerçekleşen karasal hidro-iklimsel değişimler
ve göl kenarlarında yaşayan atalarımızın habitatları hakkında direk bilgiler
sağlamaktadır. Denizel veriler ise atalarımızın yaşadıkları habitatlara çok
uzak noktalardan sağlandığı için ile daha geniş bir bölge hakkında bilgi
vermektedır, fakat göl verileri atalarımızın habitatlarına çok yakın karasal
provinslerin iklimsel değişimleri hakkında direk bilgi verir. Kenya’da Turkana gölünde yapılan çalışmalar özellikle
Pleyistosen dönemde göl seviyesinde yükselme ve çekilmeler olduğunu işaret
etmektedir. Bu hareketlenmelerin zamanlaması yörüngesel değişimlerin Doğu Afrika’da
muson sistemi üzerindeki etkisiyle gerçekleşen kurak-sulak preiyodik salınımların
zamanlaması ile uyumludur. Turkana gölü su seviyesi Etiyopya’nın yüksek dağlarından
gelen ve Omo ırmağında toplanan su tarafından beslenir. Bu nedenle Omo
ırmağındaki değişimler direk Turkana gölündeki su seviyesini belirler. Yağışın
bol olduğu nemli dönemlerde Omo ırmağı güçlenir ve Turkana gölünü besleyerek su
seviyesinin artmasını sağlarken aksi durumda kuraklığın arttığı dönemlerde
ırmak zayıflar ve gölün su seviyesi düşer. Son 5 milyon yıl içerisinde Turkana
havzasında büyüklüğü ve derinliği farklı olmakla birlikte Lonyumun (4 myö), Lokochot
(3myö), Lorenyang (2 myö), Nachukui (1.2 myö) ve son olarak yaklaşık 800 bin
yıl önce Turkana gibi farklı göller oluşmuştur (Feibel, 2011). Etiyopya’nın
dağlık bölgesinden toplanan sular kuzeyde Nil nehrini güneyde ise Omo nehri ile
Turkana gölünü ve diğer birçok küçük göl sistemlerini besler. Ayrıca Malawi
gölünden elde edilen veriler yaklaşık 175-145 myö ciddi seviyelerde bir
mega-kuraklığın gerçekleştiğini göstermektedir, aynı zamanda bu dönem anatomik
olarak modern insanın ortaya çıktığı döneme denk gelir.
Rift Vadisinde çok sayıda göl bulunmasının nedeni yine
kurak-sulak periyodik salınımlara bağlanmıştır. Trauth ve diğ.’lerinin (2007)
çalışması Doğu Afrika’da sulak fazların dönemlerini sedimentolojik verileri
kullanarak tanımlar ve 2.7 milyon yıldan önceki zaman diliminde sulak
dönemlerin 400 bin yıl aralıklı periyotlar ile görülürken 2.7 milyon yıl
sonrasında kalan zaman diliminde ise 800 bin yıl aralıklı periyotlarda
gerçekleştiğini ileri sürer.
III-c)-
Açık Alanlar ve Otlaklar
İnsan evrimi ve çevresel faktörleri tartışırken
otlakların ve açık alanların etkisinden bahsetmemek mümkün değil. Otların
evrimini ve otlak alanların ekosistemini küresel ölçeklerde tartışan kapsamlı
bir değerlendirme Strömberg (2011) tarafından yayınlandı. Ayrıca özellikle
Afrika’da bitki örtüsünün evrimi Bonnefille
(2010), Barboni (2014) ve Jacobs ve diğ. (2010) tarafından detaylı bir
biçimde değerlendirildi. Ormanlık ve açık alanların insan evrimine olan etkisi
Raymond Dart’an (1925) günümüze tartışılmaktadır. Bitki örtüsü besin kaynağı ve
barınak olarak, av-avcı ilişkileri, kamuflaj, vücut biçimi, hareket
davranışları ve sosyal organizasyona kadar primatların yaşamlarını önemli
derecede etkiler. Ayrıca insan evriminde dik yürümenin evrimi, beslenme biçimi
ve taş aletlerin kullanımı gibi önemli biyolojik ve kültürel değişimler
otlaklar ve açık alanların evrimi ile bağlantılandırılmıştır. Genel bir değişim
olarak son 10 milyon yıldır Doğu Afrika’da ormanlık alanlar azalmış, otlaklar
ve açık alanlar artmıştır.
Geç Miyosen (11.6-5.3 myö) dönemde Afrika’nın bitki
örtüsü heterojenik bir yapıya sahipti. Fosil kanıtlar yapraklarını döken ve
dökmeyen ağaçlık alanlardan mevsimselliğe bağlı ağaçlık alanlar, ağaçlık savana
ve otlaklık alanlar gibi bitki örtüsü çeşitliliğinin varlığını gösteriyor.
Ancak Afrika’da otların evriminde meydana gelen en önemli değişim C3’den
C4 otlaklarına olan çevrim olmuştur (Cerling ve diğ., 1997). C4
otlarının çoğalması son 10 milyon yıl içerisinde meydana gelmiş küresel
ekolojik değişimlerin en önemlilerinden biridir. Toprak karbonatları, fosil
dişler ve yaprakların epikütikula katmanından elde edilen izotop verileri
Afrika ekosisteminde C4 otlarının yaklaşık olarak son 9 milyon
yıldan itibaren tedrici olarak artmaya başladığını ve 5 myö ise özellikle
coğrafik olarak alt enlemlerde çoğaldığını göstermektedir (Uno ve diğ., 2011;
Dupont ve diğ., 2013; Feakins ve diğ., 2013). Bununla birlikte C4
otlarının çoğalması Afrika’da bölgesel farklılık göstermektedir, Doğu Afrika’da
çoğalırken Güney Afrika’da bu artış gözlenmez. Geç Miyosen dönemde C4
otlarının artışı özellikle muson-sisteminin etkili olduğu iklimlerde mevsimsel
sıcaklığın artması, atmosferde CO2 miktarının azalması, kuraklığın
artması ve artan yangın sıklığı ile ilişkilendirilmiştir (Cerling ve diğ.,
1997; Edwards ve diğ., 2010; Hoetzel ve diğ., 2013). C4 otlarının
artışı C3 otlarının tamamen yok olduğu anlamına gelmemektedir.
Özellikle ağaçlık alanların gölgeliklerinde, sıcaklığın görece daha düşük
olduğu ve su kaynağının sürekli olduğu nehir kenarlarında C3 otları
C4 otlara göre daha avantajlı olarak hayatta kalmıştır. 4 ile 1
milyon yıl arası dönemde Doğu Afrika’da C4 otlaklık alanlarının artışı
dikkat çekicidir. Bu artışı gösteren verilerin önemli bir bölümü Etiyopya’nın
güneyinde Omo ve Kenya’nın kuzeyinde Turkana bölgesinde alınan örneklerden
gelmektedir. Özellikle Turkana Havza’sında neredeyse son 8 milyon yıllık
stratigrafik kesitin ardışık olarak
mevcut olması ve ayrıca hemen hemen her tabakada insan fosillerinin de
keşfedilmiş olması bitki örtüsünin değişimi ve insan evriminde meydana gelen
değişimler arasında bağlantı kurulmasını sağlamıştır.
Otlak alanlardaki değişimler sadece insan evrimini değil,
daha çok eşlik eden faunada özellikle otlayan otçulların evrimini önemli
derecede etkilemiştir. Özellikle sıcak-kurak fazların artmasıyla otlaklık
alanların artması beraberinde ot gibi aşındırıcı ve yıpratıcı gücü yüksek olan
besinleri tüketmede daha avantajlı olan yüksek taçlı dişlere sahip (hypsodont)
türlerin faunada artmasına neden olmuştur (Şekil 1B). Hypsodont dişler aşınmaya
ve yıpranmaya karşı daha dayanıklı ve uzun ümürlü olduklarından dolayı daha
sert ve çiğnenmesi zor olan besinleri tüketmede avantajlı bir karakterdir.
Düşük taçlı dişlere sahip olan brachydont ve mesodont türler çoğunlukla aşındırıcı
gücü otlara göre zayıf olan çalılık ve ağaçlık alanlarda yeni süren yaprak
filizlerinden oluşan bir besin repertuarına sahiptirler. Doğu Afrika’da son 8
milyon yıllık süreçte özellikle 5 milyon yıldan itibaren otçul memeli
topluluklarında büyük bir değişim görülür. Alcelaphini,
Antilopini, Reduncini ve Hippotragini gibi hypsodont dişlere
sahip bir çok yeni endemik Bovidae türünün Doğu Afrika’da evrimleştiği fosil
kayıtlara yansır. Özellikle Omo ve Turkana bölgesinde otlayan yeni türlerin
ortaya çıkması ve çoğalması aynı zamanda ormanlık ve ağaçlık alandan mevsimselliğin
ve kuraklığın arttığı otlak ve açık alanlara doğru çevresel koşulların
değişimini karakterize eder. Memeli faunalarındaki bu değişim C4
otlarının artışını gösteren çoğunlukla izotop analizlerine dayalı proksi
veriler ile uyumludur.
III-d)-
Ekometrik Veriler
Organizmaların içinde yaşadığı fiziksel çevre ile bağlantısını
kuran fonksiyonel morfolojik karakterleri, onun yaşadığı çevre ve ekolojik
davranışlarını anlamada kullanılabilecek veriler sunar. Bir yaprağın şekli ya
da bir memeli türünün dişlerinin yapısı canlının çevre ile kurduğu etkileşime
aracılık eder. Organizma ve doğa arasında ekomorfolojik karkaterler operatör
görevi görür. Organizma bu aracı karakterlerin fonksiyonuna göre çevresel
faktörlerin seçilimine uğrar. Organizmanın ya da bir topluluğun sahip olduğu
fonksiyonel karkaterlerin bütünü o organizmanın biyocoğrafik dağılımı, biyotik
etkileşimleri ve iklimle olan ilişkileri hakkında belirleyici rol oynar. Bu tür
karakterler ölçülebilir olmalı ki ilgili çevresel faktörler ile istatiksel
ilişki kurulabilsin. Bu ölçülebilir
fonksiyonel karakterler proksi veriler olarak çevresel koşulların
kurgulanmasında kullanılabilir, ve bu analize yeni bir metod olarak ekometri
ismi verilmiştir (Polly ve diğ., 2011). Karakter ve çevre arasındaki ilişki
bağlamında çevresel parametreleri zaman ve coğrafik alanda kurgulamak için
geliştirilen ilk ekometrik yaklaşım otçul memelilerin ortalama diş taç
yüksekliği (hypsodonty) analizidir (Fortelius ve diğ., 2002). Hypsodonty
analizi kıtasal ölçekte kuraklık, nemlilik ve paleo-yağış gibi iklim
dinamiklerinin haritalandırılmasında kullanılmıştır. Hypsodonty analizinin yanı
sıra yine memeli dişlerinin çiğneme yüzeylerindeki kesici tüberküllerin sayısı
küresel ölçekte paleo-yağışın, sıcaklığın ve karasal ekosistemlerde bitkilerin primer
üretkenliğinin tahminini de olanaklı kılmaktadır. Sıcaklık, su ve ışıma (güneş
ışığı) karasal sistemlerin net primer üretkenliği yani bitkilerin tür
zenginliği ve bolluğunu kontrol eden temel üç parametre olarak düşünülebilir. Otçul
dişleri üzerindeki yukarda bahsettiğim bu karakterler sıcaklık ve yağış
hakkında veri sunduğu için temel iki parametre hakkında bilgi sağlamaktadır. Otçul
diş yapısındaki morfolojik çeşitlilik aynı zamanda robust bir proksi veri
olarak bitkilerin çeşitliliği hakkında bilgi verir. Otçul memelilerin
dişlerindeki ekomorfolojik karkaterlerin sıcaklık, yağış ve net primer
üretkenlikte proksi veri olarak kullanılması aynı zamanda Helsinki ekolü olarak
da bilinir. Bu anlamda Kenya’da Turkana havzasında 7 ile 1 milyon yıllar
arasında kalan lokalitelerin otçul büyük memeli faunalarının dişleri üzerinde yaptığımız
(Fortelius ve diğ., baskıda) bir çalışmada 7 ile 4 milyon yıllar arasında
Turkana havzasının nemli ve ılıman bir iklime sahip olduğunu, 3 milyon yıldan
itibaren kuraklığın artmaya başladığı, ve özellikle 2 milyon yıl ile birlikte
kuraklığın ciddi değerlere ulaştığını gözlemledik. Ayrıca Turkana havzasının
doğu ve batı taraflarında farklı sonuçlar çıkmıştır. Doğu tarafı batıya göre
daha nemlidir. İnsan atalarının fosilleri çoğunlukla batı kısımda yani
kuraklığın yüksek olduğu bölgede keşfedilmiştir. Ekometrik analizin önemli
sonuçlarından biri de 4-2 milyon yıllar arasında kuraklığın Turkana havzasında
Doğu Afrika’nın geri kalan kısmından daha yüksek olmasıdır. Bu durum Turkana havzasını bu zaman diliminde
bir sığınak bölge ve aynı zamanda bir “Tür Fabrikası”, yani lokal iklimsel
koşullara uyum sağlayan yeni türlerin daha sonra bu lokal iklimsel koşulların
daha geniş-bölgesel alanları kaplaması ile –sahip oldukları öncül uyumsal
donanımlar sayesinde– farklı zaman aralıklarında daha geniş alanlara yayılabilmesini
açıklayan model. Bu evrimsel mekanizma büyük olasılıkla 4-2 milyon yıllar
arasında insan atalarının türleşmelerine ve benzer çevresel koşulların daha
geniş alanları kaplaması ile bu türlerin biyocoğrafik alanlarını
genişlettiklerini düşünebiliriz.
III-e)-
Doğu Afrika’da Tektonik Hareketler ve Etkileri
Tektonik hareketler yerkabuğundaki jeomorfolojik,
topoğrafik, sedimentasyon ve erozyon gibi fiziksel deformasyonları tetikleyen
birincil aktör olduğu için insan ve diğer memeli türlerinin evrimini yönlendiren
abiyotik faktörlerin en başında gelir. Afrika’da son 10 milyon yılda meydana
gelen tektonik hareketlerin büyük bir bölümü Doğu Afrika Rift Sistemi’nde (DARS) gerçekleşmiştir. DARS
birçok fay hattı ile birbirine bağlanan vadiler ve yine farklı fay hareketleri
ile yükselmiş platolar Etiyopya’nın kuzeyinde Afar çöküntüsünden Güney
Afrika’da Zambezi vadisine kadar uzanır. DARS tektonizmasının insan evrimini
etkileyen süreci son 10 milyon yıl içerisinde gerçekleşmiş olsa da ilk tektonik
hareketler yaklaşık 40 milyon yıl önce Oligosen dönem ile başlar. Ancak DARS’ın
modern topoğrafyası, Etiyopya yüksek dağ
sistemlerini oluşturan Semien, Ras Dashan ve Bale dağları yaklaşık olarak 15
milyon yıl önce dikkate değer yüksekliğe ulaşırken, Kenya rifti ve Etiyopya
platosu 10 ile 5 milyon yıllar arasında oluşmuştur.
Sepulchre ve diğ.’lerinin (2007) çalışmasına göre DARS’nin
etkisi ile değişen Doğu Afrika topoğrafyası atmosferik nem hareketinde
değişikliklere neden olmuş ve bölgesel olarak iklimsel değişkenliği
artırmıştır. Bu tektonik ve volkanik olaylar sedimentasyon hızı ve
lokasyonlarında ve ayrıca hayvanların, bitkilerin ve su kaynaklarının
dağılımında birincil kontrol mekanizması görevi görmüştür. DARS birçok göl
sistemine fiziksel koşulları sağlamış ve atmosferik nemin birikimini sağlayarak
Doğu Afrika’nın hidro-iklimini kontrol etmiştir. Doğu Afrika’daki Afar, Omo-Turkana
ve Baringo-Bogoria havzalarındaki göller sürekli aktif tektonik hareketler ve
volkanizma ile tekrar ve tekrar biçimlenmiştir. Sürekli bir su kaynağı olarak bu
göllerin varlığı özellikle kuraklık dönemlerinde insan atalarının hayatta
kalmasında çok önemli rol oynamıştır. Plio-pleyistosen dönemde gerçekleşen C3’den
C4 otlarına olan floral çevrim aktif tektonik ve volkanik hareketler
ile senkronize gelişmiştir. Otlaklardaki bu değişim Doğu Afrika’nın DARS
hareketleriyle yükselerek kuraklığa neden olması sonucu oluştuğu büyük oranda
kabul görmektedir. Doğu Afrika’da göl ekosistemi ve açık alan habitatlar baskın
iken, Güney Arika’da çoğunlukla karstik jeomorfolojiye bağlı olarak mağara
depozitleri insan atalarının yaşam alanlarını oluşturmuştur. Çoğunlukla bu mağara sistemlerinin jeolojik
tairhlendirmeleri de depolanma koşullarına bağlı olarak problemlidir. Bu
durumda birçok çevresel değişimin ve bunun iklimsel sonuçlarının insan evrimi
ile senkronizasyonunda çelişkiler yaratmaktadır. Güncel olarak Astralopithecus sediba ve Homo
naledi gibi birçok sansasyönel Güney Afrika bulunutları buna örnek
gösterilebilir.
Bununla birlikte artan yüksek çözünürlüklü çalışmalara
rağmen DARS etkisiyle özellikle Doğu Afrika’da yükselen bölgelerin ne zaman ve
ne kadar yükseldiği hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz. Yükselmelerin
derecesini bilmek DARS’ın atmosferik nem hareketleri ve dolayısı ile yağış
rejimlerindeki kontrolünü anlamak açısından kritik öneme sahip. DARS’ın
özellikle son 10 milyon yıldır aktif olduğunu ve bölgenin sürekli yükseldiğini,
bu nedenle kuraklığın da orantılı bir biçimde arttığını biliyoruz, ancak bunun
jeolojik olarak derecelendirmede henüz doğruluk payı yüksek bir modele de sahip
değiliz. Üstteki bölümlerde bahsettiğimiz ve farklı alanlardan özellikle göl
karotları, iklim-bitki örtüsü modelleri, fonksiyonel memeli morfolojisine
dayalı ekometrik çalışmalar ve izotop analizleri bu soru işaretlerine kısmen
cevaplar üretmektedir. Bununla birlikte Tibet Platosu’nun yükselerek Avrasya ve
hatta Afrika’nın paleoikliminde yaptığı etkiye benzer olarak DARS Doğu Afrika
paleoikliminde önemli çevresel ve iklimsel değişimlere neden olmuştur.
IV.
Doğu Afrika’da İnsanın evrimi ve Evrimsel Modeller
Charles Darwin Türlerin Kökeni eserinde evrimin ana
sürücü etmeninin biyotik etkileşimler olduğunu vurgular; “Bu konu ile yeterince
ilgilendikten sonra yargılayabildiğim kadarıyla şunu belirtebilirim, yaşamın
koşulları iki farklı değişkene bağlıdır: organizmanın doğası ve koşulların
doğası. İlk değişken daha önemli ” (Darwin, 1859). Bununla birlikte 1871
yılında yayımlanan İnsanın Türeyişi eserinde Darwin, çevresel faktörlere
evrimsel değişimin seçilim baskısı görevini atfederek önemini belirtir:
“Hayatta kalmak için çevresel şartların değişimine karşı uyumun gereği olarak
primatların bazı atasal formlarının ağaç yaşamına bağlılığı zaman içerisinde
azaldı” (Darwin, 1871). Darwin’in evrimsel değişimleri yaşayan türler ve
onların ekolojik davranışları, av/avcı ilişkisi gibi etkileşimleri
gözlemleyerek çalışmış olması –biraz da o dönemin bilimsel verilerinin
yetersizliği ile bağlantılı olarak– onun daha çok kısa ölçekli ve biyotik
ilişkilere dayanan evrim mekanizmalarına önem vermesiyle sonuçlanır. Böylece
çevresel güçlerin rolünü evrimin itici gücü olarak değil, en avantajlı/uyumlu
değişimleri avantajlı kılan ve seçen faktör biçiminde değerlendirmesine neden
olur. Biyotik etkileşimlerin önemine olan atıf sadece Darwin’in değil yaklaşık
olarak benzer dönemde evrim kuramı hakkında çalışan Lamarck, Wallace ve Cope
gibi araştırmacıların çalışmalarında da görülen bir durumdur. Evrimsel
değişimde biyotik ilişkilerin ve çevresel faktörlerin rol ağırlıkları daha çok
20. yy’nın ikinci yarısından itibaren tartışılmaya başlanır. Bu dönem biyolojik
alanda Modern Sentez’e geçiş ve yeni evrim mekanizmalarının paleontolojiye ve
paleoantropolojiye entegrasyonu ile farklı bir boyut kazanır. Fosil
buluntuların artması, birey ve popülasyon düzeyinde yeni evrim mekanizmaları ve
türleşme teorilerinin üretilmesi, biyologlar ve paleontologlar arasında kısa ve
uzun süreli zaman ölçeklerine bağlı olarak farklı evrim modellerini takip
etmelerine neden olur. Kısa süreli zaman ölçeklerinde ve mikro düzeyde
çoğunlukla yaşayan türlerin evrimini çalışanlar Darwin’in ileri sürdüğü
tedrici/filetik evrim modelini benimser iken, fosil kayıtlarda uzun süreli ve
makro düzeyde evrimsel değişimleri çalışanlar Gould ve Eldredge’in kesintili
denge modelini benimserler (Barnosky, 2001; Benton, 2009). Bu tamamen iki
farklı alanın ve verinin doğasına bağlı birbiri ile karşıt olmayan bir
durumdur, tam aksine her iki alanda da yine her iki evrimsel mekanizma ile
açıklanan durumlara sıkça rastlanır.
Evrimsel değişimde biyotik etkileşimlerin önemi ironik
olarak çağımızın Darwin’ine benzetebileceğimiz Leigh Van Valen’in (1973) Red
Queen hipotezi ile karşımıza çıkar. Biyoloji ve paleontoloji alanrının iki ayrı
devi olan Dobzhanky ve Simpson’ın öğrencisi olma şansını yakalamış olan Van
Valen, Darwin’in çoğunlukla biyotik ilişkiler temelli adaptasyon ve doğal
seçilim yorumlarına yoğunlaşır ve organizmalar sürekli değişen koşullara nasıl
daha iyi uyum sağlayabilir veya sağlamışlardır sorusunun irdeler. 1973 yılı
çalışmasında Darwin’in özellikle üzerinde durduğu av-avcı ilişkisi gibi
rekabete endeksli etkileşim içerisinde olan canlıların birlikte evrim
geçirdiklerini vurgular. Herhangi birinin değişen durumu diğerinin de yok
olmasına neden olabilir. Eğer bu canlılar yaşadıkları ortama tamamen uyum
sağladılar ise doğal seçilimin görevi ne
olabilir? Van Valen’e göre canlılar yaşadıkları ortama iyi adapte olmuşlardır
ve doğa koşulları sürekli değiştiği için beraberinde sürekli değişen seçilimin
baskısına paralel olarak devam eden yine sürekli bir uyum sürecindedirler. Bu
durumda organizmalar hiçbir zaman mükemmel bir biçimde yaşadıkları ortama
adapte olamazlar. Van Valen’in özellikle “Yokoluş Yasaları” olarak
savlaştırdığı kuramda çevresel faktörlerin önemini vurgulasa da, türlerin
birlikte evriminin salt rekabete dayalı olduğunun vurgulanması evrimsel
değişimde biyotik ilişkilerin rolünü keskinleştirir. Oysa Van Valen (1973)
birlikte evrimleşen türlerin öncelikle besin kaynakları, habitat ve iklim
değişimleri tarafından kontrol edildiğini belirterek çevresel faktörlerin öneminin
altını çizmiştir. Paleobiyoloji alanında güncel birçok çalışma Red Queen hipotezinin yani biyotik sistemlerin tür
dağılımları, kronofaunaların coğrafik ve zaman ölçeklerine bağlı tanımları,
faunal benzerlikler gibi daha çok biyocoğrafya temelli farklı örüntülerin artış ve azalış eğilimlerini irdelemekte ve
Red Queen hipotezinin paleontolojik olarak uzun süreli fosil kayıtlara da
uygulanabilirliğini göstermektedir (Quental ve Marshall, 2013; Eronen ve diğ.,
2009; Mirzaie Ataabadi ve diğ. 2013; Kaya ve diğ., 2016).
Barnosky (2001) ve Barnosky ve diğ., (2003) coğrafik ve
zamana bağlı ölçeklerin, karasal memeli komünitelerin evrimlerinin temel
bellirleyicilerinin neler olduğunun anlaşılması bakımından önemli olduğunu vurgular. Buna göre eğer coğrafik ölçek küçük
ve zaman bir Milankovitch döngüsünden daha kısa ise biyotik etkileşimler (tür
içi rekabet ve av-avcı etkileşimi) –Red Queen hipotezi ile uyumlu olarak– komünitenin
evrimini kontrol eder. Coğrafik olarak
büyük ve zaman bakımından daha uzun ölçeklerde ise komünitenin evrimsel
değişimleri çevresel/iklimsel faktörler tarafından kontrol edilir. Son hipotez
Barnosky (2001) tarafından Red Queen hipotezine alternatif olarak
kuramsallaştırılan ve büyük ölçeklerde çevresel faktörlerin belirleyiciğini
savunan Court Jester hipotezidir. Court Jester hipotezi daha önce ileri
sürülmüş ve çevresel faktörlerin memeli komünitelerinin evriminde temel sürücü
etmen olduğunu savunan bütün hipotezleri kapsar. Court Jester hipotezinin
çatısı altında yer alan temel bazı hipotezler: (1) evrimsel değişimin sadece
fiziksel çevrede meydana gelen değişimlere bir tepki olarak ortaya çıktığını
öneren Durağan Model (Stationary Model) (Stenseth ve Maynard Smith, 1984); (2) türlerin
habitatında meydana gelen çevresel değişimlerin evrimsel değişime neden
olduğunu ileri süren Habitat teorisi (Habitat theory) (Vrba, 1992); (3) evrimsel
değişimin –türleşme, yok oluş, göçmenlik ve göç etme gibi– fiziksel herhangi itici güç olmadığı takdirde
gerçekleşmediğini ileri süren Faunal Çevrim Frekansı hipotezi (Turnover-pulse
hypothesis) (Vrba, 1985); (4) iklimsel değişimlerin habitat koridorlarını –bir
trafik ışığının yola geçiş izni vermesine benzer biçimde– memeli geçişlerine
açıp kapatması, ancak bir yöne diğerinden daha fazla süre geçiş izni tanıması
ile karakterize olan Trafik Işığı modeli (Traffic light model) (Vrba, 1995); (5)
iklim değişimine tepki olarak, birbirine zıt habitat kategorilerinde
türleşmeler ile yeni türlerin farklı zaman aralıklarında ortaya çıkması ve eski
türün yine farklı zamanlarda yok olması ile formule edilmiş Bayrak Yarışı
modeli (Relay model) (Vrba, 1995); (6) fosil kayıtlarda gözlemlenen örüntülere
bağlı olarak, evrimsel süreç üç farklı aşamada gerçekleşir, ilk aşama ekolojik
ölçektir –kabaca onlarca yada binlerce yıl zaman içerisinde – mikroevrimsel
(mutasyon, rekombinasyon, seçilim ve genetik göç) süreçler ve biyotik
etkileşimler, ikinci aşama ise jeolojik ölçek (milyon yıllar), makroevrimsel
süreçler ile tür ayrışımı gerçekleşir, bu aşamda evrimsel değişim çevresel faktörlere
bağlı olabilir ya da olmayabilir, son olarak üçüncü aşama ise göktaşı düşmesi
gibi ender gerçekleşen jeolojik katastrofların fiziksel çevrede yarattığı
dramatik değişimlerle yeryüzünde yaşam kanunlarını yeniden belirlemesi, bu
aşama onlarca ve yüzlerce milyon yıllar ile ölçülür, Gould’un (1985) ileri
sürdüğü bu aşamalara Bennet (1997) Milankovitch döngülerinden dolayı
oluşan döngüsel iklim değişimlerini
ekledi, bu dünyanın yürüngesel hareketlerine bağlı olarak on bin yıl ile yüz
bin yıllar arasında zaman ölçeklerini kapsayan bir aşamadır, Gould ve Bennet
tarafından ileri sürülen bu model Zamanın Aşamaları (Tiers of time model)
olarak bilinir. Benton (2009) Red Queen ve Court Jester modellerinin farklı
coğrafik ve zaman ölçeklerinde etkin olduğunu öneriyor. Rekabet, av-avcı ve
diğer biyotik faktörlerin kısa zaman ölçeklerinde ve lokal olarak ekosistemleri
kontrol ederken iklim, denizel ve tektonik değişimlerin bölgesel ve küresel
coğrafik ölçeklerde, milyon yılları içeren zaman aralıklarında gerçekleştiğini
belirtir.
Evrimsel değişimi kontrol eden farklı modeller hakkında
giriş niteliğindeki bu çok kısa tartışmadan sonra insan evriminin hangi
modeller ile açıklanabileceği sorusu ile devam edelim. Fosil kayıtların
önerdiğine göre insan evrimi zaman ölçeği olarak yaklaşık 7 milyon yıllık bir
süreci kapsar. Bununla birlikte coğrafik olarak insan evriminde rol almış fosil
türler son 1.8 milyon yıl öncesine kadar Afrika’da ve özellikle de Doğu ve
Güney Afrika’da yaşamışlardır. Bu durum coğrafik olarak bölgesel ve lokal
düzeyde kısıtlı bir alanı gösterir. Görece uzun zaman aralığı fakat coğrafik
olarak Afrika ile kısıtlı alan insan evrminde her iki model ile açıklanabilecek
örüntülerin olabileceğini düşündürür.
Ayrıca alet üretimi ile birlikte insanın çevresel koşullara karşı kendi
insyatifinde farklı çözümler üretmeye başlamış olduğunu da bir biyotik faktör
olarak hesaba katmamız gerekmektedir. Özellikle Homo erectus’un ortaya çıkışı ve sahip olduğu bilişsel, sosyal ve
anatomik avantajlar ile Afrika’dan Avrasya’ya olan göçü insan evriminde farklı
bir dönemin başlangıcı olarak yorumlanmalıdır. Homo erectus ve ardılları ürettiği materyal kültür ve sosyal
organizasyon ile kısmen çevresel faktörler ile başetmenin yolunu bulmuş ve
biyotik ilişkilerde başrole geçen bir aktör olarak özellikle trofik kategoride
en tepeye oturmuştur. Bu nedenle insan evriminde çevresel faktörler mi yoksa
biyotik etkileşimlerin mi daha önemli rol oynadığının tartışılması
açısından 7 ile 1.8 milyon yıllar
arasında kalan dönemin dikkate alınması daha anlamlı olacaktır diye
düşünüyorum.
İnsan evriminde meydana gelen önemli morfolojik değişimler
ve iklim değişimleri arasındaki senkronizasyon henüz kesin sağlanamasa da
çevresel faktörlerin insan evriminin sürücü gücü olduğu konusunda geniş bir
konsensüs oluşmuş gibi görünmektedir (Kingston ve diğ., 2007). Yale
Üniveristesi’nden paleontolog Elizabeth
Vrba’nın yukarıda kısaca açıkladığım ünlü fakat güncel kanıtlar ile hayli
eleştirilmiş olan hipotezi “Faunal Çevrim Frekansı (Turnover-pulse Hypothesis)”
(FÇF) ile Afrika’da özellikle 2.5 myö Bovidae türlerinde meydana gelen faunal
çevrimin Kuzey Yarımküre Buzullaşması’nın (KYB) yoğunlaşması ile örtüştüğünü
bağlantılandırarak iklim değişimlerinin önemli etkisini göstermiştir (Vrba,
1985). Bununla birlikte Vrba’nın çalışmasını yaptığı 1985 yılından günümüze
veri çeşitleri çoğaldı ve KYB’nin 2.5 milyon yıldan daha önce başlayan tedrici
bir birikimin sonucu olduğu ve ayrıca üst, orta ve alt enlemler arası
tele-bağlantıların doğrudan olmadığı, bu anlamda memeli türlerinin farklı
bölgelerde heterojenik çeveresel koşulların etkisinde olduğu da kabul edilen
başka bir parametre oldu. Günümüzde KYB’den çok, yaklaşık olarak 2 milyon yıl
önce aktif olan Walker Sirkülasyonları’nın memeli evrimine olan etkisinin önemi
daha fazla taraftar topladı (Ravelo ve diğ., 2004). Stony Broke Üniversitesi’nden Richard
Potts’un ileri sürdüğü “Değişken Seçilim Hipotezi (Variability Selection
Hypothesis)” (DSH) dünyanın güneş ile arasında yörüngesel hareketlerine bağlı görece
kısa ölçekli döngülerin özellikle Doğu Afrika’da neden olduğu çok çeşitli ve
yüksek frekanslı iklim değişimlerinin memeli türlerinde daha çeşitli uyumsal
morfolojiler evrimleştirmelerine neden olduğunu vurgular (Potts, 1998).
Günümüzde özellikle Plio-pleyistosen dönemde kurak-sulak dönemlerin ardışık olarak
gerçekleştiği hakkında pek bir kuşku kalmadı. Göl ve denizel karotlardan elde
edilen toz kayıtları ardışık gerçekleşen kurak ve sulak periyotların dünyanın güneş
etrafında dönerken aynı zamanda kendi etrafında dönüş rotasyonunun merkezinde
meydana gelen yalpalamalardan (precession) kaynaklandığı genel olarak kabul
görüyor.
İnsan evrimi ve çevresel faktörlerin etkisini ilişkilendiren
ilk hipotez özellikle dik-yürümenin neden ve nasıl sorularını açıklamaya
çalışan “savana hipotezi”dir. Kabaca bu hipotez iklim değişimlerinin açık
alanların ve otlakların artmasına neden olduğu ve insan atalarını ağaç
yaşamından karasal yaşama zorladığı ve dik yürümenin de avantajlı bir hareket
biçimi olarak evrimleştiğini ileri sürer. Bu aynı zamanda özellikle Pliyosen
dönemle birlikte başlayan ve sürekli artan kuraklık eğilimi ile oluşan savana
habitatların insan evrimini etkileyen önemli bir doğal seçilim baskısı
oluşturması anlamına gelir. Yukarda bahsettiğimiz FÇF hipotezi belirgin iklim
değişimlerinin özellikle otçul türlerde maydana getirdiği adaptasyon ve türleşme
olaylarına atıf yapar. Bu çevresel baskılar besin yelpazesi geniş olan “genelci
(generalist)” ve tam aksine dar bir yelpazede az sayıda besine özelleşmiş olan
“özelci (specialist)” türlere farklı düzeylerde etki yapar. Genelci türler
kuraklık gibi artan çevresel baskılar altında genellikle özelci türlerin yok
olmasıyla boşalan habitatlara yerleşip farklı besinleri tüketme avantajını kullanırlar. Bu durumda özelci
türler genelcilere göre daha fazla yok olma tehditi ile karşı karşıya iken daha
fazla türleşme oranlarına sahiptirler. İzole alanlarda yaşadıkları için
genelcilere göre çevresel faktörlerin baskısına karşı daha hassas ve evrimsel
değişim hızları daha yüksektir. Genelciler bir strateji olarak farklı
habitatları takip eder ve daha geniş alanlara yayılır. DSH hipotezi ise türlerin
ekolojik uyumlarında çevresel faktörlerin beklenmedikliğine atıf yapar. FÇF ile
arasındaki önemli fark daha değişken ve beklenmedik bir biçimde gerçekleşen çevresel
faktörlerin baskısı altında türlerin kendi evrimsel uyum kapasitelerine göre çeşitlenmesidir.
DSH uzun zaman ölçekli ve tedrici bir biçimde kuraklaşan ve değişkenlik aralığı
artan bir iklimsel değişimi benimser. DSH’ne göre iklimin beklenmedik
çeşitliliğine ve değişimine karşı memeliler kısa denilebilecek ölçeklerde
evrimsel cevaplar verirler. FÇF savına göre ise büyük faunal çevrimler kısa zaman
dilimlerinde görülür ve önemli çevresel değişimler ile senkronizedir. Bu
hipotezlerin önerdiği evrimsel değişimler Eldredge ve Gould’un (1972) panctuated equilibrium/kesintili denge modeli ile
açıklanabilir. Çünkü görece durağan dönemlerin ardından kısa zaman ölçeklerinde
türler görece büyük evrimsel tepkiler vermektedirler. Buna karşın, bazı yeni
çalışmalar iklimsel değişimlerin durağan olduğu periyotların da insan evriminde
önemli değişimlere neden olabileceğini önermiştir (Trauth ve diğ., 2015). Bu insan evriminde salt çevresel faktörlerin
değil biyotik ilişkilerin de evrimin itici gücü olabileceğini, yani Red Queen
hipotezinin işlevsellik kazanabileceğini gösterir. Bu durumda iklim
değişimlerinin durağan ve kararlı olduğu periyotlarda av-avcı ilişkileri ve
seksüel etkileşimler, kaderleri biyotik olarak biribirine bağlı olan türlerin
kendi uyum kapasitelerini evrimsel olarak sürekli geliştirebilmeleri birlikte hayatta
kalabilmelerini sağlar. Buna örnek olarak Turkana havzasının Koobi Fora lokalitelerinde,
KBS tabakasında yani 1.8-1.9 milyon yıllar arasında kalan dönemde birden fazla
insan atası birlikte bulunur, bunlar; Paranthropus
boiesi, Homo habilis, Homo erectus ve Homo
rudolfensis. Bu dönem Turkana gölünün su seviyesinin yüksek ve besin
kaynaklarının bol olduğu kısa zaman ölçeğinde olsa da iklim değişimi bakımından
durağan bir periyot olarak yorumlanabilir. 4 farklı insanımsının bir arada bulunması
bu türler arasında rekabeti ve ayrıca özellikle diğer etçil türler ile de süren
bir biyotik etkleşimi düşüdnürebilir. Farklı fosil insan türlerinin arttığı bu
dönem özellikle büyük etçil türlerin ekosistemde azalması ile senkronize
gerçekleşmiştir. Bununla birlikte taksonomik olarak özellikle H. habilis, H. rudolfensis ve Australopithecus arasındaki problemler
bu durumu biraz çelişkili kılmaktadır. Zira son buluntular ile 2 ile 1.7 milyon
yıllar arasında özellikle Homo
cinsinin erken üyeleri arasında türleşme değil tür içi yüksek morfolojik
çeşitlilik olduğu yönündeki görüşler kuvvet kazanmıştır. Gürcistan’da 1.8 myö
tarihlendirilen Dmanisi lokalitesinden ele geçen buluntular bu morfolojik
çeşitliliği kanıtlar niteliktedir. Diğer
bir hipotez ise çevresel faktörlerden ziyade seksüel seçilimi desteklemektedir.
Beyin büyüklüğünün artması ile birlikte bu karakterin seksüel seçilimde
avantajlı bir durum oluşturduğu ve simpatrik türleşmeye yol açabileceği öne
sürüldü (Dunbar, 1998; Isler ve Schaik, 2014). Sosyal Beyin Hipotezi (SBH) ile
çerçevelenen bu görüşe göre artan bilişsel yetenek grup içerisinde sosyal
organizasyonun ve kaynakların kullanımını etkileyebilir ve yapısallaştırabilir.
Sosyal organizasyonun daha kompleksleşmesi aynı zamanda sosyal bağların ve
hayatta kalma mücadelesinde sosyal dayanışmanın artmasını sağlayabilir.
Doğu Afrika’nın son paleoiklim verilerini dikkate alarak
değerlendirdiğimizde çevresel faktörler ve insan evrimi arasındaki ilişkiyi
yansıtan bir bütünsel çerçeve olarak FÇF, savana hipotezi ve DSH’nin bir kombinasyonu
“Atımlı İklim Değişkenliği (pulsed climate variability)” hipotezi önerilmiştir (Maslin ve diğ., 2015).
Buna göre farklı türler ya da bir türde ortaya çıkan farklı karakterler yukarıda
belirtilen farklı hipotezlerin ileri sürdüğü farklı evrim mekanizmaları ile
gerçekleşebilir. Homo erectus’un
sahip olduğu tür içi morfolojik çeşitliliğin tek bir hipotez değil farklı
hipotezleri kapsayan bir çerçeve/şemsiye hipotez ile açıklanabileceği
öneriliyor. Yani Homo erectus’ta görülen kalça kemiği farklılığı, büyük beyin, vücut
boyutu, omuz morfolojisi, uzun mesafe koşabilme yeteneği, ekolojik esneklik,
sosyal davranışlarda yetkinlik gibi farklı karakterlerin farklı mekanizmaları
tarafından kontrol edildiğini belirtilmiştir.
Sonuç olarak, tekrar başa dönüp özetlemek gerekirse, son
10 milyon yıl boyunca Geç Miyosen dönemde başlayan ve daha açık alanların
ortaya çıktığı kuşkusuz , ancak bu durum Afrika’da lokal heterojenite
göstermesi farklı senaryoların oluşmasına neden oluyor. Doğu Afrika Rift Vadisi
tektonizması ve volkanik hakretler
topografik olarak bir çok değişimin fiziksel koşullarını biçimlendiren
sürücü güçler olarak aynı zamanda habitat koşullarını da kontrol eder. Doğu
Afrika’da göl ve nehir sistemlerideki değişimler memeli toplulukları ve insan
evrimini direk etkilemiştir. C4 otlarının çoğalması sadece
kuraklığın ve artan sıcaklığın değil atmosferik CO2 miktarındaki
düşüş, otçul memeli türlerin taksonomik kompozisyonundaki değişim, kurak-sulak
dönemlerin periyodik ritmi gibi farklı değişkenlerin kombinasyonu ile
ilişkilendirilebilir. Kurak-sulak fazların değişkenliği insan evriminde önemli
bir seçilim baskısı oluşturduğu ve gerek morfolojik gerekse de davranışsal yeni
adaptasyonlar üretmeyi dayatmış olmalı. Özellikle 2-1.7 milyon yıllar arasında
artan kurak-sulak periyotların ve iklimsel değişkenliğin daha büyük beyin, uzun
mesafeler dik yürüyerek hareket edebilme, daha sofistike alet üretebilme,
sosyal organizasyonda daha kompleks ilişkiler ve nihayetinde kıtalar arası göçü
gerçekleştirebilecek bir evrimsel düzeye, yani Homo cinsinin evrimine neden olduğunu ileri sürebiliriz.
Kaynakça
Barboni D. Vegetation of Northern Tanzania during the Plio-Pleistocene: a
synthesis of the paleobotanical
evidences from Laetoli, Olduvai, and Peninj hominin sites. Quat. Int. 322
23:264 76 (2014).
Barnosky, AD. Distinguishing the effects of the Red Queen and Court Jester
on Miocene mammal evolution in the northern Rocky Mountains. J. Vertebr.
Paleontol. 21:172–85 (2001)
Barnosky, AD., ve
diğ. Mammalian response to global warming
on varied temporal scales. Journal of Mammalogy 84: 354–368, (2003).
Balter, M. When Darwin met a Neanderthal. Science
magazine. (2009). http://blogs.sciencemag.org/origins/2009/09/when-darwin-met-a-neandertal.html
Bennet, KD. Ecology and Evolution, The Pace of Life.
Cambridge University Press, Cambridge, England, 241 sayfa. (1997).
Benton, MJ. The Red
Queen and the Court Jester: Species diversity and the role of biotic and
abiotic factors through time. Science, 323:728–32, (2009).
Bonnefille, R. Cenozoic vegetation, climate changes and hominid evolution in
tropical Africa. Glob. Planet. Change 72:390–411 (2010).
Cerling, TE. ve diğ. Global vegetation change through the Miocene/Pliocene
boundary. Nature 389:153–58 (1997).
Cerling, TE, ve diğ. Woody cover and hominin environments in the past 6
million years. Nature 476:51-56 (2011).
Darwin, C. On the Origin of Species by Means of Natural Selection, or the
Preservation of Favoured Races in the Struggle for Life. London: John Murray
(1859).
Darwin, C. The descent of man, and selection in relation to sex. London:
John Murray (1871)
deMenocal, PB. Plio-Pleistocene African Climate. Science
270: 53-59 (1995)
deMenocal, PB. African climate
change and faunal evolution during the Pliocene-Pleistocene. Earth. Plnaet.
Sci. Lett. 220:3-4 (2004).
Dunbar, RIM. The social brain hypothesis. Evol. Anthropol. 6, 178–190,
(1998).
Dupont, LM. ve diğ. Miocene to Pliocene changes in South African hydrology
and vegetation in relation to the expansion of C4 plants. Earth Planet. Sci.
Lett. 375:408–417 (2013).
Eronen, JT., ve diğ. Distribution history and climatic controls of the Late
Miocene Pikermian chronofauna. Proc. Natl. Acad. Sci. USA 106:11867–71 (2009).
Eldredge,
N ve Gould, S. J. "Punctuated
equilibria: an alternative to phyletic gradualism" Bakiniz T.J.M. Schopf, Models in Paleobiology.
San Francisco: Freeman Cooper. Sayfa: 82-115 (1972).
Edwards, EJ. ve diğ. The origins of C4 grasslands: integrating evolutionary
and ecosystem science. Science 328:587-91 (2010).
Feakins, SJ. ve diğ. Northeast African vegetation change over 12 m.y.
Geology 41:295-98 (2013).
Feakins, SJ. Pollen-corrected leaf wax D/H reconstructions of northeast
African hydrological changes during the late Miocene. Palaeogeogr.
Palaeoclimatol. Palaeoecol. 374:62-71 (2013).
Feibel, CS. A geological histroy of the Turkana Basin. Evolutionary
Anthropology 20:206-216 (2011).
Fortelius, M., ve diğ. Fossil mammals resolve regional patterns of Eurasian
climate change over 20 million years. Evol. Ecol. Res. 4:1005-16 (2002).
Fortelius, M.,ve diğ. An ecometric analysis of the fossil mammal record of
the Turkana Basin. Proc. R. Soc. B. Baskida (2016).
Gould, SJ. The paradox of the 1st tier: an agenda for
paleobiology. Paleobiology 11:2-12 (1985).
Haile-Selassie, Y., Suwa, G., White, TD. Late Miocene teeth from Middle
Awash, Ethiopia, and early hominid dental evolution. Science 303, 1503-1505 (2004).
Hoetzel S., ve diğ. The role of fire in Miocene to Pliocene C4 grassland and
ecosystem evolution. Nat. Geosci. 6:1027-30 (2013).
Isler, K., ve van Schaik, CP. How humans evolved large brains: comparative
evidence. Evol. Anthropol. 23, 65-75 (2014).
Jacobs, BF. ve diğ. A review of the Cenozoic vegetation history of Africa.
Bakiniz, Werdelin, L. ve Sanders, W. Cenozoic Mammals of Africa. University of
California Press. Sayfa: 57-72 (2010).
Kaya, F., ve diğ. Magnetostratigraphy and
paleoecology of the hominid-bearing locality Corakyerler , Tuglu Formation
(Cankiri Basin, Central Anatolia). J Vert
Paleontol 36:2,
e1071710, (2016) doi:10.1080/02724634.2015.1071710
Kingston, JD., ve diğ.
Astronomically forced climate change in the Kenyan Rift Valley 2.7-2.55 Ma:
implications for the evolution of early hominin ecosystems. J. Hum. Evol.
53:478-503 (2007).
Langergraber, KE. ve diğ. Generation times in wild chimpanzees and gorillas
suggest earlier divergence times in great ape and human evolution. PNAS
109:15716-21 (2012).
Lebatard, AE. ve diğ. Cosmogenic nuclide dating of Sahelanthropus tchadensis and Australopithecus
bahrelghazali: Mio-Pliocene hominids from Chad. PNAS 105:3226-31 (2008).
Levin, NE. Environment and Climate of early human evolution. Annu. Rev.
Earth Planet. Sci. 43:405-429 (2015).
MacLatchy, L. ve diğ. Hominini. Bakınız Werdelin ve Sanders,
Cenozoic Mammals of Africa. University of Claifornia Press. Sayfa 471-540, (2010).
Maslin,MA. ve diğ. East African climate pulses and early human evolution.
Quat. Sci. Rev. 73:1-13 (2014).
Maslin, MA. ve diğ. A sytnhesis of the theories and concepts of early human
evolution. Phil. Trans. R. Soc. B. 370: 20140064 (2015)
Mirzaie Ataabadi, M, ve diğ. 2013. Continental scale patterns in Neogene
mammal community evolution and biogeography: a Europe-Asia perspective. Bakiniz
Wang ve diğ. Fossil Mammals of Asia. University of Columbia Press. Sayfa: 629-55, (2013).
Polly, PD., ve diğ. History matters: ecometrics and integrative climate
change biology. Proc. R. Soc. B 278:1131-40 (2011).
Potts, R., Environmental hypothesis of hominin evolution. Yearb. Phys.
Anthropol. 41, 93e136. (1998).
Quental, TB, ve Marshall, CR. How the Red Queen drives terrestrial mammals
to extinction. Science 341:290-92 (2013).
Ravelo, AC., ve diğ. Regional climate shifts caused by gradual global
cooling in the Pliocene epoch. Nature 429:263-67 (2004).
Senut, B. ve diğ. First hominid from the Miocene (Lukeino Formation,
Kenya). Earth Planet. Sci. Lett. 332, 137-144. (2001).
Sepulchre, P. ve diğ. Tectonic
uplift and eastern Africa aridification. Science 311:1419-23 (2006).
Simpson, SW. ve diğ. Late Miocene hominin teeth from the Gona
Paleoanthropological Research Project Area, Afar, Ethiopia. J. Hum. Evol.
81:68-82 (2015)
Stenseth, N.C. ve Maynard Smith, J. Coevolution in ecosystems:
Red Queen evolution or stasis? Evolution 38:870-880 (1984).
Strömberg, CAE. Evolution of grasses and grassland ecosystems. Annu. Rev.
Earth. Planet. Sci. Om 39:517-44 (2011).
Trauth, MH. ve diğ. Late Cenozoic moisture history of East Africa. Science
309:2051-2053 (2005).
Trauth, MH. ve diğ. High and low-latitude forcing of Plio-Pleistocene East
African climate and human evolution. J. Hum. Evol. 53: 475-486 (2007)
Trauth MH. ve diğ. Episodes of environmental stability vs. instability in
Late Cenozoic lake records of Eastern Africa. J. Hum. Evol. 87:21-31, (2015)
Uno, KT. ve diğ. Late Miocene to Pliocene carbon isotope record of
differential diet change among East African herbivores. PNAS 108:6509-14
(2011).
Van Valen, L. A new evolutionary law. Evol. Theory 1:1-30 (1973).
Vrba, ES., Environment and evolution: alternative causes of the temporal
distribution of evolutionary events. S. Afr. J. Sci. 81: 229-236 (1985).
Vrba, E. Mammals as
a key to evolutionary theory. Journal of Mammalogy 73:1-28 (1992).
Vrba, E. On the connections between paleoclimate and
evolution. Bakiniz, E. S. Vrba, G. H. Denton, T. C. Partridge, and L. H.
Burckle, Paleoclimate and Evolution, with Emphasis on Human Origins. Yale
University Press, New Haven. Sayfa: 24-45 (1995)
Wallace, Alfred Russel,
"The Origin of Human Races and the Antiquity of Man Deduced From the
Theory of “Natural Selection” (1864)" (2010). Alfred Russel Wallace
Classic Writings. Paper 6. http://digitalcommons.wku.edu/dlps_fac_arw/6
White, TD. ve diğ. Macrovertebrate paleontology and the Pliocene habitat of
Ardipithecus ramidus. Science 326:67,
87-93 (2009).
Wood, B. Palaeoanthropology: hominid revelations from Chad. Nature 418, 133-135,
( 2002).
Zhang, Z. ve diğ. Aridification of
the Sahara desert caused by Tethys Sea shrinkage during the Late Miocene.
Nature 513:401-4 (2014).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
INSANIN EVRIMI-YORUM