05.09.2011 tarihinde Sol Dergisi'nde "Atamız Homo erectus’un en eski taş aleti ve Afrika dışına göçleri" baslikli bir yazim yayinlandi. Blogda bu yaziyi paylasmak istedim. Umarim ilginizi ceker.
İkinci nesil taş alet teknolojisiyle üretilmiş, 1,76 milyon yıl öncesine ait taş aletlerin keşfi geçtiğimiz gün yayınlandı. Paleontolog Ferhat Kaya*, gelişmenin insan evrimi açısından anlamını soL için yorumladı.
Lepre ve diğerlerinin bu haftaki Nature dergisinde yayınladığı makale Homo erectus atamızın üretmiş ve kullanmış olduğu Aşölyen (İng. Acheulian) alet teknolojisinin en eski kalıntılarının keşfini duyuruyor.
Makale sadece keşfin duyurulması ile yetinmemekte, aynı zamanda Afrika dışına ilk göç ettiğini düşündüğümüz Homo erectus atanın kullanmış olduğu Aşölyen aletlerine göç yolları üzerinde neden rastlanmayışını da sorgulamakta.
Araştırmacılar Kenya’da Batı Turkana lokalitelerinde keşfettikleri bu taş aletlerin 1,76 milyon yıl yaşında olduğunu belirlediler. Homo erectus atanın kullandığı ve bugüne kadar bulunmuş olan en eski taş aletler.
İnsan evriminde alet üretiminin yeri nedir?
Sanırım bu önemli makalenin insan evrimine katkıları bağlamında daha iyi anlaşılması için konuyu biraz açmakta fayda var. İnsan evriminde dik yürüme ve beyin büyüklüğünü takip eden diğer bir devrimsel adım/kazanım da alet kullanma yeteneğidir. Bir ham maddeyi kullanım amacına yönelik bir biçimde işleyerek işlevsellik kazandırma yeteneği ve tecrübesi insanı hayatta kalma mücadelesinde avantajlı bir konuma getirmiştir.
Sofistike alet üretimi ve kullanımı, büyük ihtimalle günümüz ’insan’ tanımının antroposentirik (insanmerkezci) kökenlerini oluşturmuştur. Üretim biçimi ve ekonomisi zamanla insanın yaşam şeklini ve doğa ile olan ilişkilerini biçimlendirmiştir.
İnsan evriminde rol almış ata türler, kullandıkları alet teknolojisi ile de anılırlar. Taş alet üretimi ve kullanımı çoğunlukla 2,4 ile 2,6 milyon yıllar arasında Homo cinsinin evrilmesi ile görülmeye başlanır. Daha önceki atalarımız ile birlikte kazanılan dik yürüme, beyin büyümesi karkaterlerinin ardından alet üretimi ve kullanımı Homo habilis ve Homo rudolfensis türleri ile başlar.
Homo habilis atanın kullandığı ilk taş aletlere Oldovan (İng. Oldowan) teknolojisi adı verilir. Bu alet üretim teknolojisinin yaklaşık olarak 2,5 ile 3 milyon yılları arasında bir dönemde başladığı genel olarak kabul görmektedir.
Üretimi çok basit olan bu teknoloji, çoğunlukla yuvarlak ve yumruk büyüklüğünde olan çakıl taşlarının birkaç darbe ile kırılıp keskin yüzeylerin elde edilmesi şeklinde tanımlanabilir. Oldovan taş aletlerin daha çok ölü hayvanlardan besin elde etme ve yemiş kırmada kullanıldığı öngörülmüştür.
Aşölyen teknolojisi neydi, ne kadar yaygındı?
Bu teknolojinin ardından Homo erectus atanın evrilmesi ile birlikte Aşölyen taş alet üretim teknolojisi görülür. Bu teknolojide daha sofistike taş aletler baskındır. Bu aletler iki yüzeyli ve keskin kenarlara sahip üçgenimsi bir şekildedir.
Aşölyen aletler ile Homo erectus atanın sadece leşlerle sınırlı kalmadığı, avlanlanmaya da başlamış olabileceği düşünülür. İşte bu makale, bizlere bu taş alet teknolojisinin ilk ne zaman ortaya çıkmış olabileceğini gösteriyor: 1,76 milyon yıl önce.
Bu tarih aynı zamanda Homo erectus atanın Afrika’dan Avrasya’ya göçüne de denk geliyor. Bu durumda Homo erectus ata kendisi ile birlikte Aşölyen taş aletleri Afrika dışına taşımış olmalı. Buna karşın Afrika dışında özellikle 1 milyon yıldan daha yaşlı tabakalarda pek Aşölyen taş aletlere rastlanmıyor.
Bu durumda araştırmacılar Afrika dışına göç eden ataların, Aşölyen tipi taş alet teknolojisi kullanmayan bir grup olduğunu da olasılıklar içine ekliyorlar. Bu durumda 1,76 milyon yıl önce iki grup insan atası varolmuş olmalı: bunlardan biri Aşölyen taş alet üreten ve kullanan ancak Afrika’da kalmayı tercih eden, diğeri ise bu taş alet teknolojisini üretecek deneyim ve tecrübeden yoksun olan ancak Avrasya’ya göç eden.
Aslında bu sonuçlardan yola çıkarak insan üzerine yeni bir evrimsel hipotez kurgulayabiliriz. Buna göre Aşölyen alet teknolojisini üretip kullanarak daha başarılı bir yaşam biçimi sağlayan grup, Afrika içerisinde kalmayı başardı. Zira bu taş alet teknolojisi ile kendine gerekli besinleri sağlayabildiler. Diğer grup ise hayatta kalabilecek teknolojiyi üretemediği için karşılaştığı zorluklar ile baş etme yolu olarak göç etmeyi tercih etti.
Afrika dışında rastlanan en eski insan atası kalıntıları 1,8 milyon yıl yaşındadır. Bu kalıntılar 2000 yılında komşumuz Gürcistan’da (Dmanısı) keşfedilmiştir. 1,4 ve 1,2 milyon yıl yaşında atasal biçimlere ise Avrupa’nın batısında İspanya’da (Fuente Nueva ve Sima del Elefante) rastlanmıştır.
Afrika’dan göçleri evrilen büyük beyinler mi tetikledi?
Bu yıl çıkan makalelerinde Agusti ve Lordkipanidze (2011), Homo erectus’un Afrika dışına göçünü** tasvir eden dört önemli hipotezi özetliyorlar: Beyin Büyümesi Hipotezi, Kültürel Dışlanma Hipotezi, Göç Dalgası Hipotezi ve Ortak Ev Afrika Hipotezi. Bu hipotezler, neden bazı grupların belli dönemlerde Afrika’dan Avrasya’ya göç ettiklerini açıklamaya çalışıyor. Bunları sırasıyla tanıtmaya çalışayım.
Beyin Büyümesi Hipotezi (BBH), 21. yüzyıla kadar en çok kabul görmüş hipotezi olma ünvanına sahip. Ancak bu hipotez, Gürcistan buluntusu ile geçerliliğini yitirdi. Buna göre beyin büyüklüğündeki artış ve beraberindeki diğer anatomik değişiklikler, daha karmaşık sosyal ilişkilerin ve davranışların uygulanmasında ve yeni besin kaynakları için yeni coğrafi alanların keşfinde uyumsal bir itici güç oluşturmuştu.
Bu hipotez, beyni evrimsel zaman içinde büyüyen atasal insanın yaşamsal gereksinimlerinin de karmaşıklaşarak farklılaştığını öne sürdü. Bu nedenle de atalar, göç ederek yeni yaşam alanlarına ve besin kaynaklarına ulaşma çabasına girdiler.
Bunu destekleyen biçimde, Afrika dışında bulunan ata insan fosilleri de görece büyük beyine sahipti. Beyin büyüklüğünün ivmeli olarak evrildiğini düşünen bazı araştırmacılar, beyin büyüklüğündeki artışın Afrika dışına göçte asıl itici etken olduğu kanaatine varmışlardı.
Bununla birlikte Gürcistan’da Dmanısı lokalitesinde 1,8 milyon yıl yaşındaki tabakalarda bulunan fosil kafataslarının beyin hacmi Afrika’dan göç ettiği düşünülen türlerden daha küçüktü. Bu da BBH’yi desteklemiyordu.
Taş alet yapanlar mı Afrika’dan göç ettiler?
Kültürel Dışlanma Hipotezi (KDH) ise arkeoloji yani taş alet teknolojisine dayalı bir hipotez. Bu tez, Lepre vd.’nin bulgularıyla da sınanabilecek nitelikte. KDH’ye göre, Aşölyen taş alet teknolijisini/kültürünü üretmeyi başaran ata türü, bu yeni teknolojiyi üretemeyen diğer gruplara göre daha avantajlı bir konuma yükseldi. Bu yeni üretim biçimi ve teknolojinin, onun yeni besin kaynaklarına ve yaşam alanlarına göç edebilmesini sağlayacak donanımı sağladığı ileri sürüldü.
Ancak birçok araştırmacı, söz konusu dönemde bu farklı teknoloji ve kültürleri kullanan grupların birbirlerine çok yakın olarak yaşadığı ve hatta genetik olarak da karıştığını yani melezleştiğini düşünüyorlar.
Genetik olarak melezleşen gruplar aynı zamanda kültürel olarak da bir alışveriş içerisinde bulunurlar, en azından bu durum günümüz insanları için bir gerçek. Kültürel üretim kadar, kültür alışverişi de insanoğlunun en önemli özelliklerinden biridir. Bu durumda yeni teknolojiyi üreten grubun kendini izole etmesi ya da dışlayarak göç etmesi yerine, diğer gruplar ile etkileşim içerisinde kalması daha akla yakın bir açıklama olarak duruyor.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi şimdiye kadar, Afrika dışında 1 milyon yıldan eski tabakalarda Aşölyen teknolojiye henüz rastlanmadı. Bu durum da yeni kültürü ve teknolojiyi keşfedenlerin neden beraberlerinde bu kültürü taşımadıkları sorusunu güçlendiriyor. Bu durumda KDH de desteklenmemiş oluyor.
İnsanın ataları Asya’ya göç eden avlarını mı takip ediyorlardı?
Göç Dalgası Hipotezi (GDH) ise paleontologlar tarafından ileri sürüldü. Pleyistosen dönemin başlarında (2,5 milyon yıl önce) Afrikalı bazı hayvan grupları Avrasya’nın güney kesimlerine göç ettiler. Göç eden türler arasında suaygırları, sırtlanlar, kılıç dişli kaplan, antiloplar, yaban keçileri, geyikleri, babun ve daha birçok canlı yer aldı. Hipoteze göre birçok avcı hayvan da bu ’göç dalgasının’ peşinden gitti. Bir kısım atasal insanın da bu göç dalgasının peşinden Afrika dışına çıktığı tahmin edilmişti.
Buna karşın birçok araştırmacı, ’göç dalgası’ diye adlandırılan sürecin gerçekten bir dalga olup olmadığının daha detaylı araştırılmasını öneriyor. Özellikle göç eden birçok türe ait fosillerin, Afrika dışında rastlanma tarihleri son derece farklı. Yani bu türler farklı zamanlarda göç etmiş olabilir. Tek bir göç dalgasından değil farklı zamanlarda ve farklı sayılarda gerçekleşmiş bir göçler bütününden bahsetmek daha doğru olabilir.
Ayrıca Afrika dışındaki en eski insan buluntularının ev sahibi olan 1,8 milyon yıl yaşındaki Gürcistan lokalitesindeki hayvan fosilleri, sadece Afrika kökenli değil çoğunlukla Avrasyalı türlerden oluşuyor. Dolayısıyla GDH’nin de verilerle kısmen çeliştiğini söyleyebiliriz.
Ata yurdu Afrika’yı daha geniş mi düşünmek mi gerek?
Son olarak Ortak Ev Afrika Hipotezi’ne (OEAH) göre, günümüz İsrail’inde bulunan Ubeydiye lokalitesi son derece önemli. Asya ile Afrika arasında bulunan bu muhitte yaklaşık 9000 adet taş alet kalıntısı ve birçok hayvan fosili keşfedildi. Burada bulunan taş aletler, Aşölyen teknolojisinin öncülüne atfediliyor. Bu aletler, 1,3 – 1,9 milyon yıllar arasında bir yaş aralığına tarihlendirilen Konso-Gardula (Etiyopya) lokalitesinden elde edilen taş aletler ile büyük benzerlik goseriyor. Ayrıca Ubeydiye lokalitesi, Avrupa ve diğer Asya lokalitelerden oldukça farkı olarak Afrika’da yer alan Olduvai ve Koobi Fora lokaliteleri ile benzerlikler taşımakta.
’Ortak Ev Afrika’ Hipotezi ise bize farklı bir bakış açısı oluşturmamız öneriyor. Bu bağlamda Augusti ve Lordkıpanidze de, 19. yüzyılın sömürgecilik dönemlerinde, jeoplitik kaygılar ile oluşturulmuş Afrika ülkeleri arasındaki siyasi sınırlarını beynimizden silmemizi öneriyor. İnsan evrimi ve göçlerinin daha rahat anlaşılabilmesi için sınırların olmadığı bir Afrika hatta bir dünya düşünmemiz gerekiyor. Jeopolitik sınırların olmadığı bir dünyada iklimi, biyoçeşitliliği ve coğrafyayı takip etmek zorundayız. Çünkü canlılar çoğunlukla uygun iklim ve ortamlarda yaşarlar ve dağılımları bu yapıları yansıtır.
Bu durumda günümüz Afrika’sının yaklaşık 1,5 milyon yıl önceki kuzey sınırı Anadolu’nun güneyinde Toros Dağları, kuzeydoğu sınırı Ortadoğu’da Zagros Dağları ve batı sınırı da Arap Yarımadası olmuş olacak. Bu durumda Afrika’dan Avrasya’ya bir göç düşünmek durumunda değiliz, Anadolu’nun güneyi, Orta Doğu’nun büyük bir kısmı ve Arap Yarımadası Afrika biyocoğrafyasına dahil durumda.
Afrika’da Büyük Rif Vadisi’nde evrilen atalarımız, bu vadinin kuzey ucu olan Ürdün Vadisini takip ederek bu koridor üzerinden Anadolu’ya ve Ortadoğu’ya geçmiş olacak. Etiyopya’da Konso-Gardula’da yaşayan ata insan biçimleri ile Ortadoğu’da Ubeydiye’de yaşayan ata insan biçimleri, muhtemelen aynı popülasyonun üyeleriydi.
Bu ata biçimler, benzer bir kültürü ve alet endüstrisini paylaşıyorlardı. Bu durumda Afrika’dan bir göç değil, Afrika’nın ’ortak ev’ olduğunu düşünebiliriz.
O halde Anadolu’da Toros Dağları’nı ve Orta Doğu’da Zagros Dağları’nı geçen insan ataları kimlerdi? Diğer bir sorun ise Ubeydiye lokalitesi Dmanısı (Gürcistan) lokalitesinden 500 bin yıl daha genç. Buradan yola çıkan araştırmacılar Afrika’dan Avrasya’ya daha erken bir göçün gerçekleşmiş olabileceği ihtimaline dikkat çekiyorlar.
Paleoçevresel veriler sayesinde 2,4 ve 1,9 milyon yılları arası Kuzey Afrika’da buzul ve buzularası dönemlerin yaşandığı ve kuraklaşmanın gerçekleştiği biliniyor. Bar-Yosef ve Belfer-Cohen (2001) bu dönemde üç farklı göç dalgasının gerçekleştiğini düşünüyor: ilki 1,8-1,6 milyo yıl önce; ikincisi 1,4 milyon yıl önce ve sonuncusu ise 800 bin yıl önce.
Başa dönecek olursak, Lepre’nin makalesi bizlere Aşölyen alet kültürünün en eski örneklerini sunarken, aynı zamanda Afrika’dan Avrasya’ya atalarımızın göçleri hakkında yeniden düşünmemiz ve varolan hipotezleri sorgulamamız gerektiğini gösteriyor. İnsan evrimi her yeni kanıt ile birlikte bazı soru işaretlerini giderirken yeni soru işaretlerinin de ortaya çıkmasına neden oluyor. Paleoantropoloji, paleontoloji ve arkeoloji bilimleri, insanın tarihöncesi hakkındaki bilinmeyenleri aramaya devam ediyor.
Lepre ve diğerlerinin bu haftaki Nature dergisinde yayınladığı makale Homo erectus atamızın üretmiş ve kullanmış olduğu Aşölyen (İng. Acheulian) alet teknolojisinin en eski kalıntılarının keşfini duyuruyor.
Makale sadece keşfin duyurulması ile yetinmemekte, aynı zamanda Afrika dışına ilk göç ettiğini düşündüğümüz Homo erectus atanın kullanmış olduğu Aşölyen aletlerine göç yolları üzerinde neden rastlanmayışını da sorgulamakta.
Araştırmacılar Kenya’da Batı Turkana lokalitelerinde keşfettikleri bu taş aletlerin 1,76 milyon yıl yaşında olduğunu belirlediler. Homo erectus atanın kullandığı ve bugüne kadar bulunmuş olan en eski taş aletler.
İnsan evriminde alet üretiminin yeri nedir?
Sanırım bu önemli makalenin insan evrimine katkıları bağlamında daha iyi anlaşılması için konuyu biraz açmakta fayda var. İnsan evriminde dik yürüme ve beyin büyüklüğünü takip eden diğer bir devrimsel adım/kazanım da alet kullanma yeteneğidir. Bir ham maddeyi kullanım amacına yönelik bir biçimde işleyerek işlevsellik kazandırma yeteneği ve tecrübesi insanı hayatta kalma mücadelesinde avantajlı bir konuma getirmiştir.
Sofistike alet üretimi ve kullanımı, büyük ihtimalle günümüz ’insan’ tanımının antroposentirik (insanmerkezci) kökenlerini oluşturmuştur. Üretim biçimi ve ekonomisi zamanla insanın yaşam şeklini ve doğa ile olan ilişkilerini biçimlendirmiştir.
İnsan evriminde rol almış ata türler, kullandıkları alet teknolojisi ile de anılırlar. Taş alet üretimi ve kullanımı çoğunlukla 2,4 ile 2,6 milyon yıllar arasında Homo cinsinin evrilmesi ile görülmeye başlanır. Daha önceki atalarımız ile birlikte kazanılan dik yürüme, beyin büyümesi karkaterlerinin ardından alet üretimi ve kullanımı Homo habilis ve Homo rudolfensis türleri ile başlar.
Homo habilis atanın kullandığı ilk taş aletlere Oldovan (İng. Oldowan) teknolojisi adı verilir. Bu alet üretim teknolojisinin yaklaşık olarak 2,5 ile 3 milyon yılları arasında bir dönemde başladığı genel olarak kabul görmektedir.
Üretimi çok basit olan bu teknoloji, çoğunlukla yuvarlak ve yumruk büyüklüğünde olan çakıl taşlarının birkaç darbe ile kırılıp keskin yüzeylerin elde edilmesi şeklinde tanımlanabilir. Oldovan taş aletlerin daha çok ölü hayvanlardan besin elde etme ve yemiş kırmada kullanıldığı öngörülmüştür.
1,76 milyon yıl yaşındaki Dünya’nın şimdiye dek bulunan en eski Aşölyen el baltaları (Lepre vd. 2011, Nature). |
Aşölyen teknolojisi neydi, ne kadar yaygındı?
Bu teknolojinin ardından Homo erectus atanın evrilmesi ile birlikte Aşölyen taş alet üretim teknolojisi görülür. Bu teknolojide daha sofistike taş aletler baskındır. Bu aletler iki yüzeyli ve keskin kenarlara sahip üçgenimsi bir şekildedir.
Aşölyen aletler ile Homo erectus atanın sadece leşlerle sınırlı kalmadığı, avlanlanmaya da başlamış olabileceği düşünülür. İşte bu makale, bizlere bu taş alet teknolojisinin ilk ne zaman ortaya çıkmış olabileceğini gösteriyor: 1,76 milyon yıl önce.
Bu tarih aynı zamanda Homo erectus atanın Afrika’dan Avrasya’ya göçüne de denk geliyor. Bu durumda Homo erectus ata kendisi ile birlikte Aşölyen taş aletleri Afrika dışına taşımış olmalı. Buna karşın Afrika dışında özellikle 1 milyon yıldan daha yaşlı tabakalarda pek Aşölyen taş aletlere rastlanmıyor.
Bu durumda araştırmacılar Afrika dışına göç eden ataların, Aşölyen tipi taş alet teknolojisi kullanmayan bir grup olduğunu da olasılıklar içine ekliyorlar. Bu durumda 1,76 milyon yıl önce iki grup insan atası varolmuş olmalı: bunlardan biri Aşölyen taş alet üreten ve kullanan ancak Afrika’da kalmayı tercih eden, diğeri ise bu taş alet teknolojisini üretecek deneyim ve tecrübeden yoksun olan ancak Avrasya’ya göç eden.
Aslında bu sonuçlardan yola çıkarak insan üzerine yeni bir evrimsel hipotez kurgulayabiliriz. Buna göre Aşölyen alet teknolojisini üretip kullanarak daha başarılı bir yaşam biçimi sağlayan grup, Afrika içerisinde kalmayı başardı. Zira bu taş alet teknolojisi ile kendine gerekli besinleri sağlayabildiler. Diğer grup ise hayatta kalabilecek teknolojiyi üretemediği için karşılaştığı zorluklar ile baş etme yolu olarak göç etmeyi tercih etti.
Afrika dışında rastlanan en eski insan atası kalıntıları 1,8 milyon yıl yaşındadır. Bu kalıntılar 2000 yılında komşumuz Gürcistan’da (Dmanısı) keşfedilmiştir. 1,4 ve 1,2 milyon yıl yaşında atasal biçimlere ise Avrupa’nın batısında İspanya’da (Fuente Nueva ve Sima del Elefante) rastlanmıştır.
Afrika’dan göçleri evrilen büyük beyinler mi tetikledi?
Bu yıl çıkan makalelerinde Agusti ve Lordkipanidze (2011), Homo erectus’un Afrika dışına göçünü** tasvir eden dört önemli hipotezi özetliyorlar: Beyin Büyümesi Hipotezi, Kültürel Dışlanma Hipotezi, Göç Dalgası Hipotezi ve Ortak Ev Afrika Hipotezi. Bu hipotezler, neden bazı grupların belli dönemlerde Afrika’dan Avrasya’ya göç ettiklerini açıklamaya çalışıyor. Bunları sırasıyla tanıtmaya çalışayım.
Beyin Büyümesi Hipotezi (BBH), 21. yüzyıla kadar en çok kabul görmüş hipotezi olma ünvanına sahip. Ancak bu hipotez, Gürcistan buluntusu ile geçerliliğini yitirdi. Buna göre beyin büyüklüğündeki artış ve beraberindeki diğer anatomik değişiklikler, daha karmaşık sosyal ilişkilerin ve davranışların uygulanmasında ve yeni besin kaynakları için yeni coğrafi alanların keşfinde uyumsal bir itici güç oluşturmuştu.
Bu hipotez, beyni evrimsel zaman içinde büyüyen atasal insanın yaşamsal gereksinimlerinin de karmaşıklaşarak farklılaştığını öne sürdü. Bu nedenle de atalar, göç ederek yeni yaşam alanlarına ve besin kaynaklarına ulaşma çabasına girdiler.
Bunu destekleyen biçimde, Afrika dışında bulunan ata insan fosilleri de görece büyük beyine sahipti. Beyin büyüklüğünün ivmeli olarak evrildiğini düşünen bazı araştırmacılar, beyin büyüklüğündeki artışın Afrika dışına göçte asıl itici etken olduğu kanaatine varmışlardı.
Bununla birlikte Gürcistan’da Dmanısı lokalitesinde 1,8 milyon yıl yaşındaki tabakalarda bulunan fosil kafataslarının beyin hacmi Afrika’dan göç ettiği düşünülen türlerden daha küçüktü. Bu da BBH’yi desteklemiyordu.
Taş alet yapanlar mı Afrika’dan göç ettiler?
Kültürel Dışlanma Hipotezi (KDH) ise arkeoloji yani taş alet teknolojisine dayalı bir hipotez. Bu tez, Lepre vd.’nin bulgularıyla da sınanabilecek nitelikte. KDH’ye göre, Aşölyen taş alet teknolijisini/kültürünü üretmeyi başaran ata türü, bu yeni teknolojiyi üretemeyen diğer gruplara göre daha avantajlı bir konuma yükseldi. Bu yeni üretim biçimi ve teknolojinin, onun yeni besin kaynaklarına ve yaşam alanlarına göç edebilmesini sağlayacak donanımı sağladığı ileri sürüldü.
Ancak birçok araştırmacı, söz konusu dönemde bu farklı teknoloji ve kültürleri kullanan grupların birbirlerine çok yakın olarak yaşadığı ve hatta genetik olarak da karıştığını yani melezleştiğini düşünüyorlar.
Genetik olarak melezleşen gruplar aynı zamanda kültürel olarak da bir alışveriş içerisinde bulunurlar, en azından bu durum günümüz insanları için bir gerçek. Kültürel üretim kadar, kültür alışverişi de insanoğlunun en önemli özelliklerinden biridir. Bu durumda yeni teknolojiyi üreten grubun kendini izole etmesi ya da dışlayarak göç etmesi yerine, diğer gruplar ile etkileşim içerisinde kalması daha akla yakın bir açıklama olarak duruyor.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi şimdiye kadar, Afrika dışında 1 milyon yıldan eski tabakalarda Aşölyen teknolojiye henüz rastlanmadı. Bu durum da yeni kültürü ve teknolojiyi keşfedenlerin neden beraberlerinde bu kültürü taşımadıkları sorusunu güçlendiriyor. Bu durumda KDH de desteklenmemiş oluyor.
İnsanın ataları Asya’ya göç eden avlarını mı takip ediyorlardı?
Göç Dalgası Hipotezi (GDH) ise paleontologlar tarafından ileri sürüldü. Pleyistosen dönemin başlarında (2,5 milyon yıl önce) Afrikalı bazı hayvan grupları Avrasya’nın güney kesimlerine göç ettiler. Göç eden türler arasında suaygırları, sırtlanlar, kılıç dişli kaplan, antiloplar, yaban keçileri, geyikleri, babun ve daha birçok canlı yer aldı. Hipoteze göre birçok avcı hayvan da bu ’göç dalgasının’ peşinden gitti. Bir kısım atasal insanın da bu göç dalgasının peşinden Afrika dışına çıktığı tahmin edilmişti.
Buna karşın birçok araştırmacı, ’göç dalgası’ diye adlandırılan sürecin gerçekten bir dalga olup olmadığının daha detaylı araştırılmasını öneriyor. Özellikle göç eden birçok türe ait fosillerin, Afrika dışında rastlanma tarihleri son derece farklı. Yani bu türler farklı zamanlarda göç etmiş olabilir. Tek bir göç dalgasından değil farklı zamanlarda ve farklı sayılarda gerçekleşmiş bir göçler bütününden bahsetmek daha doğru olabilir.
Ayrıca Afrika dışındaki en eski insan buluntularının ev sahibi olan 1,8 milyon yıl yaşındaki Gürcistan lokalitesindeki hayvan fosilleri, sadece Afrika kökenli değil çoğunlukla Avrasyalı türlerden oluşuyor. Dolayısıyla GDH’nin de verilerle kısmen çeliştiğini söyleyebiliriz.
Ata yurdu Afrika’yı daha geniş mi düşünmek mi gerek?
Son olarak Ortak Ev Afrika Hipotezi’ne (OEAH) göre, günümüz İsrail’inde bulunan Ubeydiye lokalitesi son derece önemli. Asya ile Afrika arasında bulunan bu muhitte yaklaşık 9000 adet taş alet kalıntısı ve birçok hayvan fosili keşfedildi. Burada bulunan taş aletler, Aşölyen teknolojisinin öncülüne atfediliyor. Bu aletler, 1,3 – 1,9 milyon yıllar arasında bir yaş aralığına tarihlendirilen Konso-Gardula (Etiyopya) lokalitesinden elde edilen taş aletler ile büyük benzerlik goseriyor. Ayrıca Ubeydiye lokalitesi, Avrupa ve diğer Asya lokalitelerden oldukça farkı olarak Afrika’da yer alan Olduvai ve Koobi Fora lokaliteleri ile benzerlikler taşımakta.
’Ortak Ev Afrika’ Hipotezi ise bize farklı bir bakış açısı oluşturmamız öneriyor. Bu bağlamda Augusti ve Lordkıpanidze de, 19. yüzyılın sömürgecilik dönemlerinde, jeoplitik kaygılar ile oluşturulmuş Afrika ülkeleri arasındaki siyasi sınırlarını beynimizden silmemizi öneriyor. İnsan evrimi ve göçlerinin daha rahat anlaşılabilmesi için sınırların olmadığı bir Afrika hatta bir dünya düşünmemiz gerekiyor. Jeopolitik sınırların olmadığı bir dünyada iklimi, biyoçeşitliliği ve coğrafyayı takip etmek zorundayız. Çünkü canlılar çoğunlukla uygun iklim ve ortamlarda yaşarlar ve dağılımları bu yapıları yansıtır.
Bu durumda günümüz Afrika’sının yaklaşık 1,5 milyon yıl önceki kuzey sınırı Anadolu’nun güneyinde Toros Dağları, kuzeydoğu sınırı Ortadoğu’da Zagros Dağları ve batı sınırı da Arap Yarımadası olmuş olacak. Bu durumda Afrika’dan Avrasya’ya bir göç düşünmek durumunda değiliz, Anadolu’nun güneyi, Orta Doğu’nun büyük bir kısmı ve Arap Yarımadası Afrika biyocoğrafyasına dahil durumda.
Afrika’da Büyük Rif Vadisi’nde evrilen atalarımız, bu vadinin kuzey ucu olan Ürdün Vadisini takip ederek bu koridor üzerinden Anadolu’ya ve Ortadoğu’ya geçmiş olacak. Etiyopya’da Konso-Gardula’da yaşayan ata insan biçimleri ile Ortadoğu’da Ubeydiye’de yaşayan ata insan biçimleri, muhtemelen aynı popülasyonun üyeleriydi.
Bu ata biçimler, benzer bir kültürü ve alet endüstrisini paylaşıyorlardı. Bu durumda Afrika’dan bir göç değil, Afrika’nın ’ortak ev’ olduğunu düşünebiliriz.
O halde Anadolu’da Toros Dağları’nı ve Orta Doğu’da Zagros Dağları’nı geçen insan ataları kimlerdi? Diğer bir sorun ise Ubeydiye lokalitesi Dmanısı (Gürcistan) lokalitesinden 500 bin yıl daha genç. Buradan yola çıkan araştırmacılar Afrika’dan Avrasya’ya daha erken bir göçün gerçekleşmiş olabileceği ihtimaline dikkat çekiyorlar.
Paleoçevresel veriler sayesinde 2,4 ve 1,9 milyon yılları arası Kuzey Afrika’da buzul ve buzularası dönemlerin yaşandığı ve kuraklaşmanın gerçekleştiği biliniyor. Bar-Yosef ve Belfer-Cohen (2001) bu dönemde üç farklı göç dalgasının gerçekleştiğini düşünüyor: ilki 1,8-1,6 milyo yıl önce; ikincisi 1,4 milyon yıl önce ve sonuncusu ise 800 bin yıl önce.
Başa dönecek olursak, Lepre’nin makalesi bizlere Aşölyen alet kültürünün en eski örneklerini sunarken, aynı zamanda Afrika’dan Avrasya’ya atalarımızın göçleri hakkında yeniden düşünmemiz ve varolan hipotezleri sorgulamamız gerektiğini gösteriyor. İnsan evrimi her yeni kanıt ile birlikte bazı soru işaretlerini giderirken yeni soru işaretlerinin de ortaya çıkmasına neden oluyor. Paleoantropoloji, paleontoloji ve arkeoloji bilimleri, insanın tarihöncesi hakkındaki bilinmeyenleri aramaya devam ediyor.
Daha detayli bilgi icin:
Lepre, CJ. et al. 2011. An Earlier Origin for the Acheulian. Nature 477:82-85
doi: 10.1038/nature10372
Agusti,J. & Lordkipanidze D. 2011. How “African” was the early human dispersal out of Africa? Quaternary Science Reviews 30:1338-1342
Bar-Yosef, O. & Belfer-Cohen A. 2001. From Africa to Eurasia-early dispersals. Quaternary International 75:19-28.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
INSANIN EVRIMI-YORUM