Le Gros Clark 1959 yılında "ortak kalıtılan karakterler" (primitiv karakterler) ve "bağımsız kalıtılan karakterler" (türemiş karakterler) arasındaki ayrımı yapmıştı. İnsan ve apeler arasındaki evrimsel bağlantıyı buna göre inşaa etmeye çalışıyordu. Australopithecus africanus keşfedildikten sonra insanın kökeninin Afrika'da olduğu iyice kuşku götürmez olmuştu. Bütün bunlar anlaşılsa da yeni tartışmaların odağı insanın hangi ape ya da genel olarak apeler ile evrimsel ya da atasal ilişkisi olduğunu anlamak oldu.
Le Gros Clark, modern insanın Afrikalı apeler ile paylaştığı ancak Asyalı gibon ve hylobatlar ile paylaşmadığı ortak türemiş karakteler arasındaki ayrımı net olarak yapamıyordu. Bununla birlikte, Wenner-Gren Foundation'ın 1962 yılında düzenlediği konferansta üç biyolog, modern insan, Afrikalı apeler ve Asyalı orangutan ve gibonlar hakkında yaptıkları çalışmalarını sundular. Bu çalışmalar sitogenetik, serum proteinleri, hemoglabin özelliklerini karşılaştırmasına dayanıyordu. Elbette daha sonra gerçekleştirilecek olana kromozom çalışmaları şempanzelerin gorillerden çok insana yakın olduğunu ortaya çıkaracaktı.
George Gaylord Simpson, Theodosius Dobzhansky ve Ernst Mayr bu konferansta yaptıkları sunumlarında insanın Afrikalı ape soyağacında yer aldığını söylediler. Böylece bundan sonraki paleoantropoloji çalışmaları insanın hangi kuyurksuz büyük maymun ile atasal ilişkisinin olduğu ve evrimsel olarak ayrışma zamanı ve karakterlerine yoğrunlaştı.
İnsanın Kökeni ve Kuantum Evrim,
1944 yılında G.G. Simpson fosil kayıtlarda gözlemlenebilen evrimsel süreçleri kategorize etti ve türleşme, filetik evrim ve kuantum evrim olmak üzere üç bölüme ayırdı. Buna göre türleşme, biyosferde bulunan alt taksonomik kategorilerin ortaya çıkışları ile inanılmaz biyoçeşitlilikleri ile sorumluydu. Filetik evrim, orta-seviye taksonomik kategorilerin üretimi ve paleontologların fosil keşiflerine bağlı olarak belirledikleri serilerin gradual (tedrici) ve yönelimli değişimlerinin evrimsel eğilimini belirliyordu. Üçüncü ve son olarak kuantum evrim ise uyumsal bağlamda makro değişimlere neden oluyor ve jeolojik zaman aralığında kısa denilebilecek sürelerde ortaya çıkıyordu ve böylece daha yüksek taksonimik biçimler evrimleşiyordu.
Kuantum evrim, dönemin egemen evrim algısı olan filetik evrimin gradual ve yönelimli değişim anlayışına ters düşüyordu çünkü bir uyumsal durumdan başka bir uyumsal duruma tedrici olmayan geçişi ne doğal seçilimin ekonomisine ne de organizmanın fitnes yani uyum kapasitesine uygun düşmüyordu. Bundan dolayı, Simpson bu tür bir evrim modelini filetik evrimin normalden daha hızlı oranlarda ortaya çıkan bir durumu olarak açıkladı.
Simpson, 1950 yılında Cold Spring Harbor Sempozyum'unda Kuantum evrim terimini kullanmadı, sadece bir uyumsal durumdan diğerine geçişten bahsetti. Örneğin, atların evriminde, orman içi beslenme tipi olan browser beslenmeden savan beslenme tipi grazer adaptasyona geçişi belirtti. İnsanda dik yürümenin de uyumsal bir değişim olduğu kuşku götürmezdi.
Bununla birlikte bu sempozyuma katılanlardan W.W. Howells, Simpson'un kuantum evrimi modelininin içeriğine çok yakın açıklamlar yaptı ve geleneksel (Darwinist) evrimsel değişim anlayışına yani değişimin yavaş ve yönelimli olduğuna ters olarak "evrimsle değişimde dik yürümek gibi radikal değişimlerin de ortaya çıkabileceğini" söyledi. Modern Fiziksel Antropolojinin düşünürü Sherwood Washburn, dik yürümenin Simpson'un ileri sürdüğü kuantum evrim modeli ile açıklanabileceğini vurguladı. Washburn için anahtar karakterler iliac yani kalça kemiği ve gluteus maximum kaslarının değişimiydi: "ormanın savan ile birleştiği bir habitatta yaşayan kısa kalça kemikli bir ape yer hayatına dik yürüyerek uyum sağladı" şeklinde belirtti.
Güncel olarak üç temel fosil tür ilk dik yürüme hareket biçimini göstermektedir; Sahelanthropus, Orrorin ve Ardipithecus. Bu cinsler içerisinde sadece 4.4 milyon yıl öncesine tarihlendirilen Ardipithecus ramidusa ait kalça kemikleri keşfedilmiştir ve bu cinsin dik yürüyebildiğini göstermektedir. Tim White, Ardipithecusun insan ve şempanzenin ortak atasından insan giden evrimsel çizgiye ayrılan tür olduğunu ileri sürdü ve bugüne kadar insan atasının şempanze gibi ağaçlarda brakiyasyon yaparak yaşadığını düşünmemize rağmen durumun farklı olduğunu söyledi. Buna göre bizim atamız şempanze gibi hareket etmiyordu, el ve ayaklarının bütün avuç içini kullanarak hareket ediyordu, bu şekilde tırmanıyordu ve yürüyordu. Şempanzlersadece parmakları ile kavrayarak haerket ederler, yerde ise ellerinde işaret parmaklarının dış kısmını yani setiklerine dayanarak ilerlerler. Ardipithecus, atamızın şempanze gibi olmadığını, onun gibi hareket etmediğini ve beslenmediğini gösteriyor. Yapılan izotop analizleri Ardipithecus'un daha çok C3 tip orman yaprakları yerine C4 tip denilen savan otlakalrı ile beslendiğini gösteriyor. Tüm bunlara ek olarak Ardipithecus'ta küçülmüş olan köpek dişleri bu cinsin sosyal organziasyonlarının farklılaştığı ve daha çok sosyal ilişkilere sahip olduğunu, dişi ve erkek arasındaki morfolojik büyüklük farkının azalması da iki cins arasında güç ilişkilerine değil daha çok hayatta kalabilmek için sosyal dayanışmaya yöneldiğini ve bebek bakımı-türün devamı için sadece annenin değil babanın da çocuk bakımına ortak olması ile insan giden sosyal ilişkilerin de başlamış olduğu anlaşıldı.
Devamı çok yakında :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
INSANIN EVRIMI-YORUM