Not: Bu yazı Bilim ve Gelecek dergisinin 168. (Şubat 2018) sayısında yayınlanmıştır. Kaçıran ya da ulaşamayan okuyucular için buraya ekliyorum.
Merhaba değerli Bilim ve Gelecek okurları. Bu yazıda sizlerle çok özel bir söyleşiyi paylaşıyorum. Geçen yıl Kasım ve Aralık ayları arasında Etiyopya’da Afar bölgesinde gerçekleşen Middle Awash Projesi’ne Türkiye’den paleontolog Cesur Pehlevan ile birlikte katıldık. Bu proje hakkındaki detayları zaten Tim’in kendi ağzından ilerleyen kısımda okuyacaksınız. Ancak söyleşiye başlamadan önce ben kısaca söyleşi hakkında biraz bilgi vermenin değerli olacağını düşünüyorum. Tim White ile Middle Awash projesi ve insan evrimi hakkında Türkiyeli okurlar için genel bir söyleşi yapmaya arazi çalışması sürecinde karar verdik. Ancak bu söyleşiyi gerçekleştirebilmemiz Etiyopya’dan ayrılışımızın en son günü ve hatta Etiyopya Bole havaalanına bizi götüren dolmuş seyehatine kaldı. Arazi çalışmasının yoğunluğu ve arazi çalışmasından döndükten sonra Addis Ababa’da bulduğumuz fosilleri düzenleyerek yerleştirdiğimiz Doğa Tarihi müzesindeki çalışmalarımızdan dolayı söyleşiyi hep ertelemek durumunda kaldık. Son gün bavullarımızı toplayıp kaldığımız otelin dolmuşuna binip havaalanına doğru yola çıktığımızda yaklaşık olarak 40 dk zamanımız vardı ve fırsat bu fırsat deyip Tim White ile sizler için bu söyleşiyi dolmuşta gerçekleştirdik. Tim White California Üniversitesi Berkeley kampüsünde bütünleşik biyoloji bölümünde kendi alanında otorite sayabileceğimiz dünyaca ünlü bir paleoantropoloji profesörü. 1980’li yıllardan beridir Etiyopya’da Dr. Berhane Asfaw ve Dr. Yonas Beyene ile ortak sürdürdüğü Middle Awash projesinin insan evrimi çalışmalarına katkısı çok önemli. Bu katkının önemini söyleşiyi okurken farkedeceksiniz.
Merhaba değerli Bilim ve Gelecek okurları. Bu yazıda sizlerle çok özel bir söyleşiyi paylaşıyorum. Geçen yıl Kasım ve Aralık ayları arasında Etiyopya’da Afar bölgesinde gerçekleşen Middle Awash Projesi’ne Türkiye’den paleontolog Cesur Pehlevan ile birlikte katıldık. Bu proje hakkındaki detayları zaten Tim’in kendi ağzından ilerleyen kısımda okuyacaksınız. Ancak söyleşiye başlamadan önce ben kısaca söyleşi hakkında biraz bilgi vermenin değerli olacağını düşünüyorum. Tim White ile Middle Awash projesi ve insan evrimi hakkında Türkiyeli okurlar için genel bir söyleşi yapmaya arazi çalışması sürecinde karar verdik. Ancak bu söyleşiyi gerçekleştirebilmemiz Etiyopya’dan ayrılışımızın en son günü ve hatta Etiyopya Bole havaalanına bizi götüren dolmuş seyehatine kaldı. Arazi çalışmasının yoğunluğu ve arazi çalışmasından döndükten sonra Addis Ababa’da bulduğumuz fosilleri düzenleyerek yerleştirdiğimiz Doğa Tarihi müzesindeki çalışmalarımızdan dolayı söyleşiyi hep ertelemek durumunda kaldık. Son gün bavullarımızı toplayıp kaldığımız otelin dolmuşuna binip havaalanına doğru yola çıktığımızda yaklaşık olarak 40 dk zamanımız vardı ve fırsat bu fırsat deyip Tim White ile sizler için bu söyleşiyi dolmuşta gerçekleştirdik. Tim White California Üniversitesi Berkeley kampüsünde bütünleşik biyoloji bölümünde kendi alanında otorite sayabileceğimiz dünyaca ünlü bir paleoantropoloji profesörü. 1980’li yıllardan beridir Etiyopya’da Dr. Berhane Asfaw ve Dr. Yonas Beyene ile ortak sürdürdüğü Middle Awash projesinin insan evrimi çalışmalarına katkısı çok önemli. Bu katkının önemini söyleşiyi okurken farkedeceksiniz.
Türkiye’nin bu proje ile
tanışması antropolog Prof. Dr. Erksin Güleç’in 90’lı yıllarda Türkiye’de
sürdürdüğü paleontolojik kazı ve yüzey araştırmaları sırasında Tim White ile
geliştirdiği akademik ortaklıkla başlıyor. Türkiye’de süren omurgalı fosil
yatakları araştırmaları sırasında Tim White, Erksin Güleç ve dönemin Maden
Tetkik ve Arama Enstitüsü Doğa Tarihi Müzesi’nde paleontolog olan Gerçek
Saraç’ı Middle Awash projesine katılmaları için davet eder. Türkiye’den ilk
katılımlar böylece başlar. Ardından o dönem Erksin Güleç’in ekibinde yer alan araştırmacılardan
da kısa süreli katılımlar gerçekleşir. Ancak Türkiye’den gerçekleşen bu
katılımlar çoğunlukla Middle Awash projesinin nasıl gerçekleştiği ve işlediği
konusunda deneyim ve bilgi kazanma amaçlı kısa süreli ziyaretlerdir. Bunlardan
farklı olarak Türkiye’den katılan ve Middle Awash projesinin en deneyimli
üyelerinden biri olan Prof. Dr. Cesur Pehlevan (Yüzüncüyıl Üniversitesi
Antropoloji Bölümü) aynı zamanda Middle Awash projesi kapsamında bulunan
Rhinocerotidae (Gergedangiller) ailesine ait fosil buluntuların bilimsel
çalışmalarını da sürdürmektedir. Benim Tim White ile tanışmam ve Middle Awash
projesine 2003 yılından itibaren katılmaya başlamam ise burda yazamayacağım
kadar ilginç bir hikaye. Middle Awash projesi kapsamında bulunan kemirgen ve
diğer küçük boyutlu memeli gruplarına ait fosillerin bilimsel çalışmalarını da
vakit buldukça sürdürmekteyim.
Middle Awash projesi fiziksel
olarak Dünya’nın en zor arazi çalışmalarından biri. Hergün kendinizi motive
edip bugünü de başaracağım diye cesaretlendirmeniz gerekmekte. Kamp yaşamının
ve arazi çalışmalarının zorlukları ve bütün bunların 55 gün sürmesi zaman zaman
direncinizi kırabiliyor. Ancak harika bir ekip ile birlikte çalışmanız ve Dünya’nın
en önemli keşiflerine ortak ve tanık olmanız motivasyon ve direncinizi yüksek
tutmanıza fazlasıyla yetiyor. Bu sezonki çalışmamızda yine çok önemli keşifler
gerçekleştirdik, bilimsel çalışmalar tamamlandıktan sonra bu keşifler bütün
Dünya’ya duyrulacak.
Havaalanı yolculuğu sırasında söyleşiyi
profesyonel bir ruhla yapma ciddiyetimize
rağmen her tarafından ayrı bir ses gelen dolmuşun çılgın sürücüsü ve tehlikeli
Addis Ababa trafiği ile yüksek sesli Amhara müziği eşliğinde elimizden geleni
yapmaya çalıştık.
Kaya: Tim White
kimdir ve insan evrimine olan ilgisi ve çalışmaları nasıl başlamıştır?
White: California Üniversitesi Berkeley kampüsünde bütünleşik biyoloji bölümünde
profesör ve insan evrimi araştırma merkezinin de yöneticisiyim. İnsanın
kökenine olan ilgim ben henüz bir çocuk iken başladı. Arkeoloji, dinozorlar ve
hemen hemen prehistorik olan her seyle çok ilgiliydim. Koleje gidene kadar bu konuları çalışma şansım olmadı, sadece bir
çocuğun hobisi düzeyinde kaldı. California Üniversitesi Riverside kampüsünde
antropoloji ve biyoloji bölümlerinde okudum, iki farklı anabilim dalını
bitirdim. Ayrıca paleontoloji ve jeoloji alanlarında birçok ders de aldım.
Ardından Michigan Üniversitesinde Doğu Afrika üzerine çalışmaya başladım. İlk
önce Kenya’da Richard Leakey ile ve daha sonra Tanzanya’nın kuzeyinde
Richard’in annesi Mary Leakey ile çalıştım. 1981 yılında Etiyopya’da Afar
çöküntüsünde Desmond Clark ile çalışmaya başladım.
Kaya: Bu konu aslında ikinci sorum ile direk alakalı. Middle Awash projesi nasıl
doğdu ve siz bu çalışmaya nasıl dahil oldunuz.
White: Middle Awash’da, yani Afar bölgesinde Awash ırmağının orta kısımlarını
kapsayan coğrafik alan, ilk çalışmalar 1920’li yıllarda Avrupalı araştırmacılar
tarafından başlıyor. 1930’lu yıllarda İtalyan jeologlar bölgede çalışıyor ancak
fosil bulduklarına dair herhangi bir kanıt yok. Neden fosil bulamadıklarını ben
de bilmiyorum, muhtemelen çalıştıkları tabakalar sadece Afar taşkın yataklarını
kapsıyordu. Fosiller çoğunlukla coğrafik olarak kompleks vadi ve yamaçlarda
bulunabiliyor. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı sırasında herşey karışmıştı. Savaş
dönemine denk gelen bu çalışmalar uzunca bir süre yayınlanamadı. Middle Awash
paleontolojik bir alan olarak ilk defa 1960’lı yıllarda Fransız jeolog Maurice
Taieb tarafından keşfedilmişti. Maalesef Taieb bu keşiflerine rağmen yeterince
itibar görmemiştir, özellikle yeni çalışmalarda. Taieb sadece Middle Awash’ı
değil bugün Afar bölgesinde ismi farklı sunulan birçok lokaliteyi de
keşfetmiştir. Bütün Afar bölgesini gezmişti, bölgenin jeolojisini yazan ve fosillerini
toplayan ilk araştırmacıdır. 1970’li yıllarda Taieb’e genç iki Amerikan Donald
Johanson ve Jon Kalb, ve Fransız Yves Coppens katıldı. Bu ekip Taieb’in
keşfettiği ünlü A’hadar lokalitesinde çalışmaya başladılar, bu lokalitenin ismi
günümüzde kolay ancak yanlış teleffuz edilen ismi ile Hadar olarak
bilinmektedir. 1973 yılında ilk hominid
fosilini keşfettiler. Bu sıralar ben Kenya’da Richard Leakey ile birlikte
çalışıyordum. 1974 yılında bu ekip A’hadar lokalitesinde çalışmak için geri
döndü ve bugün dünyaca bilinen ve Johanson tarafından Lucy (Australopithecus afarensis) olarak
isimlendirilen fosili keşfettiler. Bu fosil, Güney Afrika’da bulunan ve 1940’lı
yıllardan beridir bilinen fosile çok benziyordu, ancak ondan biraz daha yaşlı
idi, yaklaşık olarak 3 milyon yıl yaşında. O dönem, Lucy’nin jeolojik olarak
gerçek yaşını bilmiyorlardı, fakat bugün bu tarihin 3.2 milyon yıl öncesine
tarihlendirildiğini biliyoruz. Aynı yıllarda Etiyopya’yı yöneten HaileSelassie
yıkıldı ve hükümet değişmişti. Desmond Clark, California Üniversitesi Berkeley
kampüsünde arkeoloji profesörü, Etiyopya dağlık bölgelerine yakın bir yerde
çalışıyordu. Çalışmalar biribinden habersiz ve karışık biçimde yürüyordu.
A’hadar lokalitesinde Johansson, Coppens ve Taieb çalışılırken Middle Awash Jon
Kalb tarafından az da olsa çalışıldı. Kalb’ın grubunda çalışan arkeolog Fred
Wendorf aynı zamanda Desmond Clark’ın da iyi bir arkadaşıydı ve Desmond gibi
Afrika’nın prehistoryasını yazmış bir arkeoloğun Middle Awash’a gelip araştırma
grubuna katılmasının iyi olacağını düşündü.
Desmond Clark 60’lı yıllarda dünyanın en ileri gelen arkeologlarından
biriydi. Desmond 1981 yılında beni Middle Awash’a bu bölgenin paleontolojisini
çalışmam için davet etti. Donald Johansson ile Nairobi’den tanışıyordum, ve
onların A’hadar’dan buldukları fosiller ile bizim Tanzanya’da bulduklarımızın
çok benzer olduklarını düşünüp A’hadar hominid buluntularını 1978-79-80 ve 81
yıllarında bir seri makale ile yeni bir türe yani Australopithecus afarensis’e atfettik. Daha önce Etiyopya’da hiç
bulunmamıştım, bu davet benim Etiyopya’da araştırma yapmam için bir ilkti.
Desmond Clark ile Middle Awash’a arazi çalışması yapmak üzere gittik, birkaç ay
çalıştık ve yeni hominid fosilleri ile birçok arkeolojik materyal keşfettik. O
günden bugüne Awash nehrinin iki yakasında yaklaşık olarak 35 yıldır süren
çalışmaya dönüştü Middle Awash projesi.
Kaya: Bu 35 yıllık süreçte Middle Awash projesinin insan evrimine çok önemli
katkıları oldu. İnsan evrimindeki önemli sorular bağlamında Middle Awash
keşiflerinin katkısından biraz bahsedebilir misiniz?
White: Benim Doğu Afrika’da çalışmalara başladığım 70’li yıllarda zaten önemli
sorular çalışmaların tarihsel olarak daha önce başladığı Güney Afrika fosillerinin
keşfi ile zaten gündemdeydi. O dönemin en önemli soruları insan evriminde dik
yürüme ve beynin evrimi ile ilgiliydi. Australopithecus
afarensis keşfi bu soruları cevapladı. Tanzanya’daki Australopithecus afarensis buluntuları 3.7 milyon yıl öncesine,
Etiyopya’da bulunan aynı türün buluntuları 3.4 milyon yıl öncesine tarihlendi. A. afarensis fosillerine ek olarak
Tanzanya’da eşi benzeri bulunmayan ayak izleri fosillerini Laetoli
lokalitesinde keşfettik. Bu keşifler dik yürümenin beynin büyümesinden daha
önce evrimleştiğini kanıtladı, ancak A. afarensis’ten
daha önce, daha doğrusu şempanze ve insanın ortak atasından evrimsel olarak
bize yönelen çizginin erken üyeleri hakkındaki soruyu cevaplamıyordu. 1990’lı
yıllarda biz bu soruya odaklandık ve bu soruyu cevaplamak istedik. Maalesef o
dönem bilimsel metodların ve tekniklerin sınırlı oluşu ve Afar bölgesinin
jeolojisinin çok karışık olmasından dolayı çalıştığımız tabakaların jeolojik
yaşları konusunda çok emin değildik. Ancak radyometrik yaşlandırma
tekniklerinin gelişmesi ile birlikte bu sorunda nispeten çözüldü. Bununla
birlikte Afar çüküntüsü gibi tektonik olarak çok karışık olan bir yerin
jeolojisini iyi çalışmak ve doğru okumak gereklidir. 90’lı yıllarda Middle
Awash’ta sürdürdüğümüz çalışmanın insan evrmine özellikle A. afarensis’ten önce hangi türün varolduğu sorusuna cevabı Ardipithecus ramidus olmuştur. Bu tür
yaklaşık olarak 4.4 milyon yıl öncesine tarihlendirilmiş özellikle şu an benzer
zaman dilimine ait erken hominid türleri arasında ortak atadan evrimsel olarak
bize yönelen çizginin en erken üyelerinden biridir. 1994 yılında bu türe ait
ilk duyurumuzu bir makale ile yapmıştık, ancak bu türe ait keşifleri artırarak
hipotezimizi daha güçlü hale geitirip bilimsel çalışmamızı sunmamız yaklaşık 15
yıl sürdü. 90’lı yılların sonunda evrimsel olarak Ardipithecus ramidus ve Australopithecus
afarensis arasında yer alan Australopithecus
anamensis’e ait fosiller keşfettik. Bu tür Australopithecus afarensis’in atasıydı. 2000’li yılların başlarında
bu keşfin duyurusunu da bilimsel bir makale ile yaptık. Bu dönemlerde insan
evirimi ile yükselen diğer bir soru ise anatomik olarak modern insan ilk ne
zaman ve nerde ortaya çıktığı özellikle bazı önemli hipotezler (Afrika’dan
Çıkış hipotezine karşı Çok Merkezli Evrim hipotezi gibi) bağlamında
tartışılıyordu. 2003 yılında duyurusunu yaptığımız, Middle Awash’ta Herto köyü
yakınlarında keşfettiğimiz ve yaklaşık olarak 165 bin yıl öncesine ait olan Homo sapiens idaltu anatomik olarak
modern insanın ilk temsilcileriydi. Bu keşif aynı zamanda anatomik olarak
modern insanın evrimsel kökenine dair başka soruları doğurdu, o zaman anatomik
olarak modern insan nerden geliyordu, ona atalık eden türler nerdeydi? Aynı
bolgede Herto köyü yakınlarındaki Bouri bölgesinde yaklaşık 1 milyon yıl
öncesine tarihlendirilen Homo erectus
fosillerini keşfettik. Bu keşif ise 1 milyon yıl ile yaklaşık olarak 200 bin
yıl arasında hangi türler yer aldığı ve ne tür bir evrimsel değişim
gerçekleştiği sorularına odaklandırdı bizi. Maalesef bu soru bugün insan
evriminin en problemli ve tartışılan konularından biridir. Aslında son 600 bin
yıllık bir zaman dilimi Avrupa buluntuları sayesinde Afrika’dan daha iyi
biliniyor. Bunun nedeni Avrupa’da çalışmaların daha yoğun ve çoğunlukla mağara
yerleşimlerinin var olmasından kaynaklı. Buluntuların ve keşiflerin çoğu neandertallere
ait. Çünkü uzun bir zamana kadar modern insanlar Avrasya’ya gitmedi. Avrupa’da
Neandertaller ve proto-Neandertaller yani Neandertal öncüleri yaşıyordu. Modern
insanın ik ortaya çıkışı ilgili önemli soruları Afrika buluntuları
cevaplıyordu, bu nedenle son 10-15 yılımızı bu soruları paleontolojik,
arkeolojik ve jeolojik açılardan cevaplamaya harcadık. Bütün çalışmalarımızı
tamamlayıp yayınladığımızda Middle Awash tek bir vadide insan evriminin
birbirini evrimsel olarak takip eden kayıtlarını içeren eşsiz bir yer olarak
kabul edileceğini düşünüyorum.
Figüre 2. Middle Awash ekibi çalışma alanına doğru yolda (Foto: Ferhat Kaya)
Dünyada birçok
insanın halen evrimsel bir geçmişe sahip olduğumuza şüphe ile yaklaştığını
maalesef biliyorum. Bilim kanıt temellidir ve eğer gerekli kanıt yoksa insanlar
spekülasyon yapabilirler. Bu adli bir olaya benzer, eğer kanıta sahip
değilseniz suçu ya da herhangi bir olayı kimin gerçekleştirdiği hakkında ancak
spekülasyon yapabilirsiniz, ancak o kanıta sahipseniz, örneğin bu bir DNA
olabilir, spekülasyona yer kalmaz. Paleontoloji de böyledir, o fosile
sahipseniz herhangi bir spekülasyona ya da şüpheye yer kalmaz. Biz Middle Awash
projesi kapsamında bu kanıtları keşfediyor ve eksik parçaları bir araya
getiriyoruz. Bu kanıtlar sayesinde herkes kendi gözleri ile evrimleştiğimizi
görebilir ve kendi atalarının fosillerini avuçlarının arasına alabilirler.
Figüre 3. Soldan sağa; Ferhat Kaya, Tim White, Berhane Asfaw, Yonas Bayene, Cesur Pehlevan.
Figüre 4. Soldan sağa; Ferhat Kaya, Tim White, Cesur Pehlevan.
Kaya: Somut kanıt, ona dokunabilir ve tutabilirler.
White: Evet, gözleri ile görebilir ve elleri ile tutabilirler ve hissedebilirler.
Günümüz teknolojisi bu fosillerin jeolojik olarak hangi döneme, kaç yüzyıl,
binyıl ya da milyon yıl öncesine ait olduğu hakkında bilgiler verebiliyor.
Bunun için sahip olmanız gereken sadece uygun volkanik kayaçlar. Middle Awash
bu anlamda çok şanslı, levha tektoniğinden dolayı volkanik kayaçlar her yerde.
Fosilleri keşfettiğimiz havzanın tabakaları arasında, yani fosil ve arkeolojik
materyalin çökeldiği tabakalar arasında, çevrede bulunan yanardağların periyodik
püskürmelerine bağlı olarak tüf tabakaları da bulunmaktadır. Jeologlar bu
tüflerden örnek alıp jeolojik yaşlandırma yapabilirler. Middle Awash’ın
özelliği başka bir yerde tekrar edilemeyen benzersiz fosillere sahip olmasının
yanısıra benzersiz bir jeolojiye de sahip olmasıdır. Halen yayınlanmayı
bekleyen birçok fosil sırada bekliyor, ve daha fazlasının bizi tabakalar
arasında beklediğini umut ediyoruz.
Figüre 5. Bir hominid keşif alanı (Foto: Ferhat Kaya)
Figüre 6. Hominid keşif alanında çalışmadan bir görüntü (Foto: Ferhat Kaya).
Kaya: İnsan evrimi konusunda sürekli yeni türler ve bu türler hakkında yeni
jeolojik yaşlar duyuyoruz. Bunlar çoğunlukla Homo cinsi için muhtemel ata ya da
anatomik olarak modern insanın atasına yönelik haberler. Yakınlarda Kuzey
Afrika’da 300 bin yıl öncesine tarihlendirilen ve anatomik olarak modern
insanın atası olabileceği ileri sürülen Jebel Irhoud (Fas) fosilleri gibi. Bu
haberler bazen genel okuyucunun da insan evrimi konusunda kafasını
karıştırıyor. Bu tür iddialı paleoantropoloji haberleri hakkında neler
düşünüyorsunuz?
White: Yüzyıllar boyunca insanlar kendi kökenleri ve evrimlerini merak ettiler.
Darwin’in zamanında bile insan evrimi hakkında karikatürler vardı, ancak bu
konudaki fosil kanıtlar çok azdı. Darwin’in bile bazı yorumları ve tahminleri
hatalıydı. Yeni kanıtlar ve veriler geçmişte yapılan çalışmaların ya da saptamaların
hatalarını ve eksikliklerini ortaya çıkarmakta ve bunları düzeltmemiz için yeni
fırsatlar yaratmaktadır. Bu bilim ve bilim bu şekilde işler. Bugün yeni olan
nedir, araştırmaların ve fosil kanıtların artması. Ancak beraberinde yeni
iletişim ve sosyal medya teknolojilerinden dolayı her bilimsel bilginin henüz
bilim ortamlarında yeterince tartışma ve eleştirme şansı olmadan dijital
ortamda yayılım ve dolaşım hızının çok yüksek olması. Bilginin hızlı bir
biçimde bireylere ulaşması önemli ancak o bilginin hangi kanallar aracılığı dolaşımda
olduğu ve ne kadar içerik erozyonuna uğradığı da ciddi bir sorun. Bu sorun özellikle dijital ortamda “sahte
haberlerin” hzılı bir şekilde artmasına neden olmaktadır. Sahte haberlerin
çoğaltılarak yayılması aynı zamanda bir online kültüre dönüşmüş durumda. Ek
olarak özellikle birçok bilimsel çalışma “bizim keşfimiz önemli, hatta diğer
keşiflerden daha önemli” gibi gereksiz ve bilimsel olmayan yaklaşımlar bilimin
medyatikleşmesi ve sosyal medya gibi iletişim alanlarında manipülasyona açık
hale gelmesiyle sonuçlanmaktadır. Diğer bir sorun ise özellikle bilimsel
çalışmaların daha fazla finansal kaynak elde edilebilmesi için medya değeri
taşıması bir zorunluluk haline gelmiş durumda.
Bu nedenle bilim insanları çoğunlukla kendi keşiflerini “bugüne kadar
bulunmuş diğerlerinden çok farklı bir yeni tür keşfettik” iddiası ile medyaya
seslenmektedirler. Elbette her keşif diğerinden farklı, her fosil diğerinden
farklıdır. Farklı bireylere ait fosiller birbirinden elbette farklıdır, çünkü
bir toplumda bireyler tür içi çeşitlilikten dolayı birbirlerinden farklıdırlar.
Eğer Addis Ababa’da caddeden iki insanı alsan ve iskeletlerini incelesen birçok
farklılıklar bulursun. Bu farklılıklar onların farklı türler olduğu anlamına
gelmez, her ikisi de Homo sapiens
bireyi. Anladığım kadarı ile birçok bilim insanı normal olan morfolojik
çeşitliliği yaptıkları çalışmanın etki değerini artırmak için bilimsel
kriterlerin yanı sıra medya kriterlerini de dikkate alıyorlar. Böylece birçok
türden oluşan ve karmaşık bir çalıya benzeyen soy ağacına sahip oluyoruz. Ben
insan evriminin ve soy agacının çok karmaşık bir çalıya benzediğini
düşünmüyorum. Eğer çalı gibi görünen bir soy ağacı görmek istiyorsan farelerin,
kuşların ve balıkların soy ağacına bak. Ancak araştırmacılar, özellikle de her
buldukları fosile yeni tür ismi vermeye çalışanlar insanın soy ağacının
karmaşık bir çalı gibi göründüğü imajını yaratarak yani insan evriminde aynı
anda birçok farklı tür yer aldığı algısını oluşturarak toplumu yanlış
yönlendirmekteler. Muhtemelen bu araştırmacılar tür içi morfolojik çeşitliliğin
ne olduğu ve bu çeşitliliğin genişliğinin ne kadar olabileceği hakkında pek bir
fikirleri yok. Birçok araştırmacı insan evriminde 20-30 ya da 40 farklı tür
olduğuna inanıyorlar. Böyle olduğunu düşünmüyorum. Türler arası ve tür içi
morfolojik çeşitlilikleri farkında olarak ya da farkında olmaksızın yanlış
yorumladıkları kanaatindeyim. Yaşayan şempanzeler, orangutanlar ya da goriller
ve hatta günümüz insanlarında tür içi morfolojik çeşitliliğin genişliğini
bilmiyorlar. Bunu bilmek çok yoğun ve kapsamlı karşılaştırmalı anatomi ve
morfoloji çalışması gereketiriyor. Günümüz araştırmacıları kendi çalışmalarını
bir an önce yayınlayarak gündemde bir etki yaratmak istiyorlar. Belki de
biliyorlar, ancak yeni tür duyurmanın medyatik cazibesi daha fazla etki ediyor
olabilir. Örneğin, eğer şu şekilde bi sonuç elde etseler: “Araştırmalarımız
sonucunda Lucy’nin (Australopithecus
afarensis) bir başka üyesini bulduk”. Bunun medyatik bir haber değeri yok,
CNN ya da BBC’de haber olmayacak.
Figüre 7. Bir hominid keşif alanında Dr. Tim White hominid fosilini çıkarıyor (Foto: ferhat Kaya).
Kaya: Peki bilimsel methodoloji yani araştırmacıların bilimsel problemlerini
çözmek için kullandıkları yöntem ve metotlar bu tür hataların yapılmasını
sınırlandırmıyor mu?
White: Bu tür taksonomik yani yeni tür isimlendirme problemlerinin oluşmasına
zemin hazırlayan metot kladistiktir. Bu metot araştırmacının tanımlamaya
çalıştığı fosili soy ağacında uygun bir yere koyabilmesi için türün evrimsel
olarak öncülleri ve ardılları temelinde türemiş ve ilkin karakterlerini
kendince belirleyip, buna göre yeni soy ağacı önermesi ve türün istatiksel
olarak yeni ve ya da mevcut bir türe ait olmasını ileri sürmesi ile sonuçlanır.
Genel olarak birçok evrimsel biyoloji araştırmacısı kaldistik analizi kullanır.
Bu analiz temel olarak iki aşamaya dayanır. İlki, bir türün evrimini çalışırken
dikkat etmeniz gereken yeni evrimleşmiş karakterleri tanımlamaktır, örneğin
eğer insanları ve kertenkeleleri karşılaştırıyorsanız her ikisi de her
uzuvda 5 parmağa sahiptir, bu karakter
yani 5 parmaklı olma durumu ilkin bir karakterdir, yeni değil. Yeni olan
karakter aslında atlarda, atlar tek parmakları üzerinde çevremizde
dolaşıyorlar. Bu inanılmaz. Diğer parmaklar nereye gitti. Bununla birlikte
Türkiye’nin Geç Miyosen döneme (11.2 ile
5.3 milyon yıllar arasında kalan jeolojik dönem) ait Hipparion adıyla
bildiğimiz atlar ise 3 parmağı üzerinde yürüyordu. Bu atlar iki dış
parmaklarını yitirdiler. Bu parmaklar nereye gitti? Eğer bu evrimsel değişimi
anlayabiliyorsan biyolojiyi anlayabiliyorsun demektir. Kladistik analizin bu
kısmı evrimsel değişimin hangi karakterler üzerinden bir türden diğerine
evrimleştiğini ya da iki tür arasındaki evrimsel ilişkiyi anlamak için faydalı.
İkinci kısım ise tanımlanan türü isimlendirme ile ilgili. Bu kısımda
tanımladığınız karakterlerin tür-içi ve iki yakın tür arası morfolojik
çeşitlilikteki yeri ve evrimsel durumu önemli. O karakterlerin sahip olduğunuz
fosil koleksiyonda kaç birey tarafından paylaşıldığı ya da paylaşılmadığı da önemli. Aksi takdirde erkek ve dişi
bireyler arasındaki morfolojik farklar bile yanlış tanımlamalara neden
olabilir. Genelde araştırmacıların çok küçük bir koleksiyon üzerinden
yaptıkları isimlendirmeler problemler yaratıyor. Biz bulduğumuz hominid
fosillerinin sayısını artırmak ve birkaç bireyden ziyade bir topluma ulaşmak
için uzun yıllarımızı harcıyoruz. Ardipithecus
bunun en güzel örneğidir.
Figüre 8. Tim White yüzey araştırması yapıyor (Foto: Ferhat Kaya).
Biz insan
evrimini anlamaya çalışıyoruz, hangi türler birbirlileri ile ne tip bir
evrimsel ilişkiye sahip. Eğer fosilleri farklı isimler ile birçok yeni türe
ayrıştırırsak alacağımız sinyal bizi yanıltacaktır. Ben öğrencilerime isimler
ile ilgili karışıklıkları ihmal etmeleri ve falza düşünmemelerini, isimlerden
ziyade evrimi anlamaya çalışmalarını öneriyorum. Bir türün evrimi o türün
isminden daha önemlidir, örneğin günümüzde tek bir hominid türü hayatta
kalmıştır, o da bizleriz: Homo sapiens.
Ancak ben “hominid” terimini taksonomik olarak insan ve onun dik yürüyen
atalarını kapsadığı biçiminde kullanıyorum. Günümüzde birçok araştırmacı insan,
şempanze, goril ve orangutanı ortak bir taksonomik grupta “hominin” altında
sınıflandırmaktadır. Kladistik analiz ve aşırı yeni tür isimlendirme çabaları
sınıflandırma ve taksonomide karışıklıklara yol açmaktadır.
Kaya: O zaman bilimsel çalışmaların güvenilirlik problemi mi var? Özellikle
evrim kuramı gibi toplumun gerek dini gerekse politik manipülasyonlar nedeniyle
“inanıp-inanmamak” gibi ikilemde kaldığı bir konuda bilim insanları da medyanin
ve popülarizmin kurbanı oluyorlarsa işimiz zor!
White: Bu daha çok günümüzde bilimin finansal kaynaklarının söz sahipleri ve bu
finansal kaynaklara ihtiyacı olan bilim insanlarının duruşları ile ilgili. Bu
durumun önüne geçmek için Middle Awash’ta biz büyük medya kuruluşlarından gelen
finansal kaynakları asgariye indirdik. Çoğunlukla üniversite, devlet organları
ve bilimsel vakıflardan aldığımız kaynaklar ile araştırmalarımızı yürütmeye
çalışıyoruz. Bu kaynaklar yeterli oluyor mu, elbette hayır ancak böylece hiçbir
medya kuruluşunun dergi ya da gazete kapaklarını süslemek ve onların istediği
medya etkisini oluşturmak için bilimi kurban etmek zorunda değiliz. Bilimin
problemlerini yine ve ancak bilim insanları çözebilir. Öncelikle şunu güçlü bir
biçimde vurgulamak isterim, yeni türler var ve yeni tür fosilleri keşfediliyor,
bu konuda şüphe yok. Ek olarak, insan
soy ağacının tek bir çizgiden oluştuğunu öneren eski hipotez 1950’lerden
itibaren yanlışlanmıştır. Bununla birlikte yeni ata türler keşfetsek de insanın
soy ağacında çok farklı evrimsel çizgilerin bu yeni insan atası türlerine nasıl
evrimleştiği konusunu da pek bilmiyoruz. Halen bu sorular üzerine çalışıyoruz
ve çalışılması gereken konulardır.
Kaya: Bu bilgiler için teşekkürler. Şimdi konuyu biraz değiştirip Afrika’dan
Türkiye’ye getirmek istiyorum. Türkiye’de daha önce çalıştınız ve halen süren
ortak çalışmalarınız var. İnsan evrimi bakımından Türkiye’nin paleontolojik
önemi nedir?
White: Fosil kayıtlarda zamana bağlı kronolojik devamsızlıklar olduğu gibi
coğrafik devamsızlıklar ve eksiklikler de vardır. Örneğin, insanın evrimine
dair Java’dan (Endonezya) birçok kanıta sahip iken çeşitli nedenlerden dolayı
Hindistan’ta çok kanıtlara sahip değiliz.
Kaya: Araya girdiğim için özür dilerim, Türkiye’ye coğrafik yakınlığı bakımından
Gürcistan da iyi bir örnek olabilir.
White: Evet, Gürcistan’da yakın tarihe kadar insan evrimine dair herhangi bir
kanıt yoktu, ancak bulunan bir lokalite bizlere birden Afrika dışında erken hominidlerin
1.8 milyon yıl öncesine tarihlendirilen en eski kayıtlarını verdi. Takip eden
yıllarda Gürcistan’da daha çok hominid fosillerinin bulunduğunu hepimiz duyduk.
Bütün bunlar 1980 ve 90’lı yıllarda oldu ve halen devam ediyor. Bütünüyle doğru
insanların doğru bir yaklaşımla doğru zamanda doğru yerde olması ile ilgili.
Türkiye’de durum biraz farklı, Turkiye’nin jeolojisi ve tektonizması Afrika’dan
hatta Gürcistan’dan farklı. Anadolu kıtalar arasında farklı levhaların tektonik
hareketleri sonucu oluşan havzaları içeriyor ve bu havzalar farklı jeolojik
zamanlara ait çökeller ve o dönemin yaşam formlarına ait fosiller içeriyor.
Türkiye aktif tektonizmanın olduğu bir bölge, Türkiye’nin jeolojik tabakaları
bir baştan diğerine uzanan büyüklü küçüklü birçok fay sistemi ile sürekli
kırılıyor. Trans-Anatolia fayı Californiya’daki San Andreas fay sistemine çok
benziyor. Turkiye’de muthiş bir Miyosen (23.5 ile 5 milyon yıllar arasını
kapsayan jeolojik dönem) fosil kaydı var. Özellikle 15-7 milyon yılar arasında
kalan döneme ait fosil memeli faunaları Dünya’daki en iyi kayıtları temsil
etmektedir. Bu bulunan bütün fosil hayvan kalıntılarını çalışmak için çok güzel
fırsatlar sunmaktadır. Bunların arasında primat buluntuları da yer almaktadır.
Bu fosiller Çandır, Paşalar, Çorakyerler ve Sinap gibi lokalitelerden
bilinmektedir. Özellikle İç Anadolu havzası Miyosen fosilleri bakımından zengin
ve iyi temsil edilmektedir, ancak Pliyosen ve Pleyistosen dönemlere ait
çökellerin ve sistematik çalışmaların azlığı bu dönemler için aynı şeyi
söylemeyi zorlaştırmaktadır. Bu hem jeolojik bir şansızlık hem de Türkiyeli
araştırmacıların özellikle fosil memeliler konusunda süregelen
alışkanlıklarının devam ediyor olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum
Türkiye’de hominidlerin bulunamayacağı anlamına gelmiyor, sadece fosilleşme ve
korunma şanslarının düşüklüğü düşünülebilir. Türkiye’de Miyosen dönemde Griphopithecus, Kenyapithecus,
Ankarapithecus ve Ouranopithecus
gibi kuyruksuz büyük maymunlar bilinmektedir. Örneğin, yıllar önce Prof. Dr.
Erksin Güleç ve ekibi ile birlikte çalıştığımız yaklaşık olarak 1 milyon yıla
yakın bir yaşa tarihlendirilen Konya-Dursunlu lokalitesindeki çalışmalar çok
önemli arkeolojik kanıtlar sağlamıştır. Bu kanıtlar bu dönemde hominidlerin
Anadolu’da yaşadığının kanıtıdır. Ayrıca yakın bir dönemde Batı Anadolu’da
Yunanistan’da bulunan Petrolana kafatasına benzeyen bir hominid duyuruldu, Homo erectus benzeri bu kanıt da
hominidlerin Anadolu’da yaşadığının önemli kanıtlarıdır. Ayrıca Turkiye’de
birçok bölgeden de bu dönemlere ait arkeolojik kanıtlar vardır. Dursunlu
lokalitesinde bulduğumuz kanıtlar bu insanların ürettikleri taş aletleri
kullanarak büyük boyutlu kuşları yediklerini göstermektedir. Maalesef
Dursunlu’da bu aletleri üreten insanlara ait fosilleri bulamadık. Ancak bu
hiçbir zaman bulunamayacağı anlamına gelmez. Middle Awash’ta biz daha önce
araştırdığımız lokaliteleri tekrar ve tekrar ziyaret eder, dış etmenler ile
yeniden aşınan bölgeleri kontrol eder ve yeni bir bakış açısı ile araştırırız.
Bu nedenle Türkiye’de de daha önce kazılmış ve araştırılmış alanlar yeniden
farklı bakış açıları ve stratejiler ile araştırılabilir. 1.8 milyon yıl
öncesine tarihlendirilen Gürcistan keşifleri de Anadolu’da hominidlerin var
olduğunu zaten düşündürmektedir. Tesadüf eseri mermer ocağı ve şantiye
işçilerinin bulduğu fosilleri bir kenara bırakırsak hedefe yönelik sistematik
çalışmar ile hangi araştırma ekibi nerde bu fosilleri bulacak bence önemli bir
soru. Bu tür keşifler ancak bölgenin jeolojisini iyi bilen arazi çalışmasında
kalifiye ve deneyimli ekipler ile gerçekleşebilir. Etiyopya’da yıllardır
yapmaya çalıştığımız ve izlediğimiz strateji de budur. Ayrıca Etiyopya’da
bulduğumuz fosillerin küratorlüğü için altyapı geliştirdik, en önemlisi de
jeolojik, paleontolojik, ve arkeolojik kaynakların fonksiyonel kullanımı
açısında kalifiye kadın/erkek gücü
geliştirmektir. Böylece özellikle yerelde bilim insanları araştırmalarını
sürdürebilir ki bunun da lokal etkisi çok önemlidir. Middle Awash projesi kendi
tarihi sürecinde önemli Etiyopyalı bilim insanlarının yetişmesinde ciddi rol oynamıştır.
Selashi Semaw, Yonas Beyene, ve Yohannes HaileSelassie gibi Middle Awash
projesi ile kendi akademik kariyerlerine başlamış ve nihayetinde kendi
araştırma projelerini oluşturup birçok önemli keşife imza atmıştır. Temelleri
sağlam olan, katılımcılara uygun koşulları sunabilen ve ayrıca doğru
yönetilebilen projeler büyük keşiflere daha rahat ulaşmaktadır. Ben Türkiye’nin
böyle bir süreç içerisinde olduğuna inanıyorum ve büyük keşiflerin yapılabileceğine
düşünüyorum. Arazi çalışmaları zordur, çok miktarda finansal kaynak ve devlet
izni gerektirir. Anadolu’nun uygarlıklar tarihi inanılmaz, müthiş, aynı
zenginliği paleoantropoloji alanında da görmek büyüleyici olur.
Figüre 9. Tim White ve Yonas Bayene bir taş aleti inceliyor.
Kaya: Tim zamanımız daralıyor, birazdan dolmuştan inmek zorundayız. Son olarak
Türkiye’deki paleoantropoloji ve paleontoloji öğrencilerine önereceğin
birşeyler var mı?
White: Kendi öğrencilerime her zaman önce kendimiz olabilmeyi öneririm. Önce
kendileri olmayı, ne isteyip ne istemediklerini bilmeleri gerekiyor. Eğer
paleontolog olmaya gerçekten karar verdilerse jeoloji, paleontoloji, biyoloji
ve arkeoloji alanlarında kendilerini yetiştirmeleri gerekiyor. Bu alanlardan
birini diğerine tercih etme şansları yok. Bu bilimleri anlamadan ve öğrenmeden
paleoantropolog/paleontolog olamazsınız. Bu çok uzun zaman ve yoğun çalışmayla
birlikte çok önemli arazi eğitimi ve deneyimi gerektiriyor. Bu nedenle
okuyabildikeri kadar okuyup, hocalarından ve diğer arkadaşlarından
öğrenebildikleri kadar öğrenip ve yapabilecekleri kadar deneyim kazanmaları
şart. Günümüz iletişim çağında artık kaynaklara ulaşmak çok zor değil.
Ferhat Kaya
Helsinki Üniversitesi, Yer Bilimleri ve
Coğrafya Bölümü