9 Ekim 2009 Cuma

En Eski Atamiz: Ardipithecus ramidus





Önümüzdeki Kasım ayı ile birlikte Charles Darwin’in Türlerin Kökeni adlı eseri 150 yaşında olmuş olacak. Science dergisinin editörü Brooks Hanson, geçen hafta günü yayınladıkları özel sayıda, Darwin’in bu eserinde vurguladığı “Light will be thrown on the origin of man and his history/ İnsanın kökeni ve tarihi aydınlatılacak” cümlesinin bugün ne kadar anlam kazandığından bahsediyor. 1800’lü yılların ortalarında Darwin insanın evrimini açıklayabilecek ne genetik bilgiye ne de yeterli fosil kanıtlara sahipti. Buna rağmen gözlemleri ve deneyimleri ona insanoğlunun özel yaratılmışlık ayrıcalığını sarsan bir gerçekliğin yani evrimsel değişimin varlığını anlamaya kafi gelmişti ve insanın kökeninin Afrika’da gizli olduğunu sezmişti. Darwin önsezilerinde yanılmadı, 1924 yılından günümüze araştırmacılar insan atalarını başta Afrika olmak üzere dünyanın dört bir yanında keşfediyorlar. Bu keşifler içerisinde en ilginç olanı ise geçen hafta duyuruldu.

Science dergisinin geçen haftaki sayısında, farklı ülkelerden 47 ayrı araştırmacı, 11 ayrı makale ile en eski atamız Ardipithecus ramidus’u, yaşamını ve zamanını tanıttı. Bu türe ait kalıntılar ilk kez 1992 yılında UC Berkeley’den Tim White’ın önderlik ettiği Middle Awash projesi kapsamında Etiyopya’nın Afar çöküntüsünde Aramis lokalitesinde keşfedildi. O güne kadar bilinen en eski insan atası, 1974 yılında keşfedilmiş ve 3.2 milyon yıl öncesine tarihlendirilmiş olan Lucy adıyla bildiğimiz Australopithecus afarensis’di. Buna karşın Ardipithecus fosilinin bulunduğu depozitler 4.4 milyon yıl öncesine tarihlendirildi. 1994 yılında Tim White ve meslektaşları Ardipithecus’a ait buldukları 100 ayrı fosilden oluşan koleksiyon üzerinde çalışıp ilk yayınlarını yazdılar ve bilim camiasına duyurdular.

Aramis lokalitesinden sadece Ardipithecus’a ait kalıntılar bulunmadı, onunla birlikte ayrı birçok hayvan ve bitki türüne ait binlerce fosil ve kalıntı keşfedildi. Bu fosiller bizlere Ardipithecus atamızın nasıl bir ekosistemde yaşadığının bilgilerini veriyor. Ardipithecus, 4.4 milyon yıl önce savan değil ormanlık bir alanda yaşamış, şempanze ve insanın ortak atasından türleşen bir insan atası, son ortak ata değil, ancak son ortak ataya en yakın olarak bilinen tür. Ardipithecus’un kimi özellikleri şempanzeden daha ilkel, örneğin ayakları daha çok dik durmaya ya da yürümeye değil kavramaya yönelik bir morfolojiye sahip. Buna rağmen diş ve kafatası özellikleri şempanzeden daha çok inansı benzeri özellikler taşıyor. Özellikle kalça kemiğinin yapısı onun dik yürüdüğünü kanıtlıyor. Bacakları insan bacaklarından daha çok şempanzeyi andırıyor. Bu şekilde düşünüldüğünde elimizde hem tırmanabilen hem de yürüyebilen ancak şempanze ve insan olmadığı kesin bir organizma var, adı Ardipithecus. 4.4 milyon yıldan daha öncesine tarihlendirilmiş Çad’da bulunan Sahelanthropus ve Kenya’da bulunan Orrorin gibi insansı fosillerini de biliyoruz. Bu türler ile Ardipithecus arasındaki temel fark diş yapısındaki morfolojik yapı. Bildiğiniz gibi insanların köpek dişleri küçüktür ve erkek ya da dişide boyut farkı yoktur. Ancak şempanze ve gorillerde köpek dişleri erkek ve dişi bireyler arasında boyut farkı gösterir ve büyüktür. Ardipithecus’un erkek bireyleri dahi küçük köpek dişlerine sahip, bu da onların insan evrimine giden çizgide rol aldıklarını gösteriyor. Ayrıca, köpek dişlerindeki küçülme beraberinde farklı bir sosyal organizasyonun da başladığının işareti. Şempanzelere, goriller ve diğer maymunlar köpek dişlerini aynı zamanda grup içerisindeki sosyal statülerini belirlemek için kullanırlar. Eğer köpek dişleriniz küçükse ve hatta dişi bireyler ile arasında belirgin bir boyut farkı yoksa sosyal organizasyonunuz da değişecektir. Bu noktada cinsler arası statü eşitsizliği bozulacak ve erkekler de aile bağları içerisinde anneye yardımcı olarak bakıcı ve koruyucu bir görev üstlenecektir. Lovejoy, köpek dişlerindeki küçülmenin dik yürümek ile bağlantısı olduğunu düşünüyor.


           Ardipithecus atamız bizlere yazılı olmayan tarihten, beynimizdeki zaman ölçeklerinin sınırlarını aşan bir zaman diliminden; 4.4 milyon yıl öncesinden bir mesaj veriyor. Bu mesaj, Darwin’den başlayıp günümüze kadar birçok araştırmacının aydınlatmaya çalıştığı “insanoğlunun doğadaki yerini” anlama kaygısında gizlidir. Bilmediğimiz, gizemli bir dönemden gelen bu keşifler,  aslında doğaya daha köklü ve eski bir bağımızın olduğunu kanıtlıyor. Bu bağ, özel yaratılmışlık ayrıcalığı ile kendimize armağan ettiğimiz Tanrı’nın en yüce ve sevilen yaratığı olma statüsünü yeniden sorgulamamızı ve varoluşumuzu yeniden tanımlamamızı öneriyor. Böylece fosil keşifler aracılığı ile geçmişten gelen bilgiler insanın doğanın bir parçası olarak yine doğada varolduğunu işaret ediyor. Bu durum, kutsal olarak bildiğimiz değerlerin aslında birbirlerimizi öldürecek kadar da önemli olmadığını düşündürüyor. Zira, 4.4 milyon yıl yaşında olan ve herhangi bir dine ya da etnik kimliğe sahip olmayan Ardipithecus atamız, bugün birbirimize savaş ve öldürme nedeni olarak gördüğümüz birçok nedenin olmadığı bir zamandan sesleniyor ve bunu bilmek de gerçek aidiyetliğin ne dine ne etnik kimliğe ne de kapitale değil sadece doğaya olduğunu öğretiyor. 

Daha fazla bilgi icin: Science, 2 October 2009